Türkiye’nin büyükşehirlerinde her gün milyonlarca insan, trafikte adeta bir kaosun ortasında hayatta kalma mücadelesi veriyor. İstanbul, Ankara, İzmir gibi şehirlerde trafik artık yalnızca bir ulaşım sorunu olmaktan çıktı; toplumun sabrını tüketen, yaşam kalitesini düşüren, ülkeyi yaşanmaz hale getiren bir meseleye dönüştü. Üstelik, malum olduğu üzere, trafik bir ülkenin kültürünü en net yansıtan unsurlardan biridir.

Trafikteki düzensizlik ve kuralsızlık, aslında toplumun genel anlamda kurallara, düzene ve birbirine ne kadar saygı duyduğunun bir göstergesi. Kırmızı ışıkta geçen, emniyet şeridini işgal eden ya da sürekli korna çalan sürücüler, sadece yol üzerinde değil, toplum içinde de bir güvensizlik ortamı yaratıyor. Bu davranışlar, bireysel çıkarların toplumsal faydanın önüne geçtiğinin, kural ve saygının arka plana atıldığının bir işareti.

Trafikteki kaosun bu denli yaygın olması, aslında Türkiye’deki genel kültürel zayıflıkların bir yansıması. Kurallara uymamak, kısa vadeli çözümler peşinde koşmak ve sabırsızlık, maalesef trafikte olduğu gibi, sosyal hayatın pek çok alanında da karşımıza çıkıyor. Her gün yollarda kaybedilen saatler, insanların hem psikolojik hem de fizyolojik sağlığını olumsuz etkiliyor.
Oysa düzenli bir trafik, güçlü bir toplumun temel taşlarından biridir. Trafikte kurallara uyan, birbirine saygı gösteren bireyler, daha yaşanabilir bir ülke için katkıda bulunur. Türkiye’nin trafik sorunu, sadece yolları genişletmekle ya da yeni köprüler inşa etmekle çözülecek bir mesele değil; kültürel bir dönüşümü de gerektiriyor.

Unutulmamalıdır ki, bir ülkenin trafiği ne kadar kaotikse, o toplumun kültürel altyapısı da o kadar zayıftır. Türkiye’nin daha yaşanabilir bir yer haline gelmesi için önce trafik kültürümüzü değiştirmemiz, sabır ve saygı gibi temel değerleri yeniden hatırlamamız gerekiyor. Çünkü trafik, bir ülkenin aynasıdır; ve bu aynada görülen görüntü, bugün hiç iç açıcı değil.