Hayat, çoğu zaman bir satranç tahtası gibi... Her hamleniz, sonraki pozisyonunuzu belirler. Ancak unutmayın ki, satrançta her taşın kendi özgü bir hareketi vardır. Piyon ileriye doğru gider, at 'L' şeklinde zıplar, şah ise tek bir karede dolanır. Ama işte şu nokta kaçınılmaz: Oyun nasıl bitecekse, sizin elinizde.

Hayatın belirsizlikleri arasında yürürken bazen karşımıza öyle insanlar çıkar ki, kendinizi sormaktan alıkoyamazsınız: “Neden böyle biri var? Bu kadar kötü niyet nereden geliyor?” Ama durup düşünelim: Kötülük, hep büyük bir sebebin ürünü müdür? Belki de bazen kötülük, sadece bir seçimdir. İşte bu düşünce, tüm dengemizi sarsıp bizi bir yol ayrımında bırakabilir.

Ancak hayat, sadece kötülükle ilgili seçimlerden ibaret değildir. Bizim içimizde bir denge vardır; ışıkla gölge arasında gidip gelen bir düşünce savaşı... İş ki bu savaşta kimin kazanacağına karar verelim. O çok bilindik hikâyeyi hatırlarsınız: İki Kurt hikâyesi. Biri karanlık, biri aydınlık. “Hangisi kazanacak?” diye sorarlar. İhtiyar adam gülümser: “Hangisini beslersen, o kazanacak.”

Toplum olarak sürekli çatışıyoruz. Siyasette, sporda, günlük yaşamımızda... Twitter”a bir gününüzü geçirin; herkes birbirine saldırıyor, suçluyor, hakaret ediyor. Peki ya bu çılgınlık içinde iyiliği beslemek neden bu kadar zor?

Hayatın çetrefilli yollarında şu soruyu kendimize sormaktan geri durmayalım: “Ben hangi yöne gitmek istiyorum?” Bakın, bu çok önemli bir sorudur. Bunu kendinize sorduğunuz heran, bir pusulanız olur. Kimse yolunu sapıtmaz, yönünü kaybetmez. Çünkü pusula vicdandır.

Dünyaya iyiliğini bulaştıran insanlar, birer çıpa gibi, kaotik denizlerde batan gemiler yerine bir liman olurlar. Hadi bugün bir fark yaratın. Hayatınızda birinin yolunu aydınlatan bir ışık olun. Gülümsemek, bir şefkat sözü söylemek veya sadece dinlemek bile yeterlidir.

Her seçim, bir yön belirler. Ama unutmayalım: O yönü belirlemek bizim elimizdedir. Biraz cesaret, biraz iyilik... Gerisi zaten gelir.