Bu siyasetçiler ne zaman demagojiden uzak, doğru ve dürüst bir hale gelecek? Yoksa asla gerçek olmayacak bir hayal olarak mı kalacak? Bugünlerde her zaman olduğu gibi gerçekleri çarpıtmak, konuyu asıl mecrasından çıkarıp, başka yönlere çekerek algı operasyonunun zirveye çıktığı günleri yaşamaktayız. Toplumu asıl olması gereken gündemden uzaklaştırma çabası içine giriyorlar, bu gündem ki “ekonomi, pahalılık ve işsizliktir”.

Dikkat ederseniz yazılarımızda bu gündem meselesine sık sık temas ediyoruz. Sebebine gelince toplumu asıl gündeminden uzak tutarak yanıltıyorlar. Sırf demagoji yaparak, “ekonomik krize sebep olan aşırı israfın, cami yapmak olsa bile olmaması gerektiğini” söyleyen birine ağır derecede hakaretvari eleştirilerle cevap vererek, adeta cami karşıtıymış gibi göstermek ve bu şekilde algı oluşturma çabaları, asıl konu ekonomiyken konuyu saptırma gayretleri devam ediyor. Mevlana Hazretlerinin sözü olarak, “Cahil insan gülü görmez dikeniyle uğraşır” demiş diyorlar. Peki, gülü gösterip dikeni batıran; hatta garibanın, yoksulun ciğerine işletenler için Mevlana olsa bugün bunlara ne derdi?

Siz ağacı kesen baltanın sapından söz ediyorsunuz. Doğrudur, ama 2002’den önce sizler aynı baltanın sapıydınız. Sadece Milli Görüş’e değil; manevi değerlerimize, mazlum Müslüman milletlere Amerika’yla müttefik olarak özellikle Irak’ta, Suriye’de zulmettiniz. Irak’ı işgal eden Coni’lere dua ettiniz. Askerimizin Süleymaniye’de başına çuval geçirildi. Milletimizin gururu ayaklar altına alındı. Ses çıkarmadınız. Avrupa Birliği’ne girme uğruna Allah’ın yasak ettiği birçok şeyi mübah kıldınız. Bütün bunlar olmuşken ve gerçekler ortadayken, Temel Karamollaoğlu’nun öpeceği hangi el kirlenecek?

Dost acı söyler. Ekonomik kriz başta olmak üzere ülkemizin içine düştüğü badirelerden nasıl çıkılacağı hususunda yol gösterme, tavsiyelerde bulunma, birlik ve beraberlik çağrısı yapma, teşekkür etmeyi gerektirirken, dostane tavsiyeleri düşmanlıkmış gibi algılamanın kime ne faydası var?

Tarih bilmezlikten söz ediliyor. Tarihi iyi bilenler gayet iyi bilir ki, Osmanlı döneminde padişahlar devlet meselelerini şeyhülislama danışır, onun tavsiyelerine göre icraat yapardı. Şimdiki Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı gibi değil. Diyanet İşleri Başkanı ne yapıyor? İktidardan aldığı emirle gösteriş kampanyası açıyor. Soruyoruz Diyanet İşleri Başkanı’na: “Camiye Müslümanlar ibadet için mi giderler, yoksa gösteriş, şatafat ya da birilerinin emrini yerine getirmek için mi?” Siz, Allah’ın emrini yerine getirmiyor, kula kulluk yapıyorsunuz. Her beşerde olan bu dünya hevesi bazı insanlarda koltuğu başına alacak kadar gaflet içinde oluyor. Ancak o koltuk başına indiğinde uyanıyor, heyhat o zaman da iş işten geçmiş oluyor. Dünya Sultan Süleyman’a kalmadı ki, kime kalacak?

Acaba?

Evet, “Tabelası var, binası yok” deniyor. Gönüller engin oldu mu onun için saraylara gerek yok. Nice cihan imparatorlukları sarayda değil, bir çadırda kurulmuştur. Üç kıtaya hükmeden Osmanlı’nın en görkemli dönemi de Topkapı’daki mekânda olmuştur. Ama şatafat yok, gayet mütevazi ve mütenai... Çünkü “Allah, aşırıya gidenleri sevmez” diye buyruluyor da onun için...

Allah ülkemizi birlik ve beraberlikten ayırmasın. Herkese akıl, şuur ve izan nasip etsin.

Selam ve Dua ile…