Ah, kadınlar... Tarih boyunca hep aynı mücadele. Hep aynı savaş. Hep aynı, kanla, terle, gözyaşıyla yazılmış hikâyeler. Şimdi kalkıp diyoruz ki "Kadınlar özgür olmalı." Olmalı, evet! Peki, ne zamandan beri kadınların insan gibi yaşaması bir lütuf oldu da biz onlara "özgürlük" dağıtıyoruz?
Kadınlar ne zaman "izin" almak zorunda kaldı özgür olmak için? Bir kadının, kendi hayatı üzerinde kontrol sahibi olması için neden toplumun ya da bir erkeğin onayına ihtiyaç duyması gerekiyor? Kim, kime bu hakkı verdi? Hangi mantıkla, hangi vicdanla?
Bakın, dünyanın dört bir yanına bakın... Kadınlar hâlâ kendi bedenleri üzerinde söz sahibi değil. Hangi kıyafeti giyeceğine, hangi işe gireceğine, ne zaman evleneceğine ya da boşanacağına birileri karar veriyor. Şaka gibi değil mi? 2024’te hâlâ kadınlara sormadan onların hayatlarına yön vermeye çalışıyoruz.
Ve şiddet… En yakınlarından gelen o tokatlar, o küfürler, o ölümler… Sokakta yürürken bile korkar hale gelen kadınlar… Bu nasıl bir düzen Allah aşkına? Kadınlar, evlerinde bile güvende değilken, neyin özgürlüğünden bahsediyoruz? Yani, kadınlar her sabah aynaya bakıp "Acaba bugün hayatta kalabilecek miyim?" diye düşünüyor. İşte size kadın özgürlüğü!
Ekonomik özgürlük? Hadi, bunu da konuşalım. Eşit iş, eşit maaş dedik, kaç yıl geçti hâlâ aynı noktadayız. Bir kadın, aynı işi yapıyor, aynı çabayı sarf ediyor ama o maaş bordrosu bir türlü eşitlenmiyor. Kadınlar kendi ayakları üzerinde durmadan, kendi hayatlarına sahip çıkmadan bu özgürlük mümkün mü? Tabii ki değil!
Ama asıl mesele ne biliyor musunuz? Zihniyet! Bu, kafada bitiyor. Kadın özgürlüğü, sadece yasalarla ya da reformlarla sağlanacak bir şey değil. Herkesin, kadınların da erkekler kadar bu dünyada yer kaplama hakkı olduğuna inandığı bir dünyada yaşamalıyız. Bir toplumun gelişmişliği, kadına verdiği değerle ölçülür.
O yüzden, bu "kadınlar özgür olmalı" lafını sadece dillerde değil, pratikte de görmek istiyoruz. Hadi bakalım, hep beraber… Kadınlar özgür olmadan hiçbir toplum gerçekten "özgür" olamaz. Nokta!