Başlığa bakıp da dünyada eşkıyanın hükümran olmasını isteyen mi var? sorusu akla gelebilir. İsteyen ebette yok. Ancak, yeryüzünde son sözü güçlülerin söylediği, ülkelerin nasıl davranması gerektiğine karar verdikleri de bir gerçek. Bir başka gerçek ise kendilerini güçlü görenlerin sömürme ve hüküm koyma hususunda bir dayanışma içinde olduklarıdır. Bu arada yüzyıllardan bu yana devam eden Haçlı ruhu günümüzde de devam ediyor. Bu bakımdan özellikle Müslüman ülkelere karşı Haçlı ittifakı devam ediyor. İsterseniz buna Haçlı Seferleri’nin günümüz şartlarına uydurulmuş halinin hız kesmeden devam ettiği de denebilir.
Sözü uzatmadan bu konuda ABD’nin başı çektiğini, özellikle Trump’ın işbaşına gelmesi ile birlikte ülkelere bir takım talimatlar verdiği, nasıl davranmaları gerektiğini belirlemeyi kendinde bir hak olarak gördüğüne vurgu yapmak istiyorum. Bölgemizdeki gelişmeler, tetiklenen çatışmaların arkasında ABD’nin olduğunu söylemeye bile gerek yok. Bu arada, hangi ülkenin nasıl davranması, hangi ürünü hangi ülkeden almaması gerektiğine karar verme hakkını kendinde görüyor ki, söz gelimi İran’a karşı petrol ambargosu uyguladığını açıklayarak tüm ülkelerin İran’dan petrol almasını yasakladığını ilan ediyor. Bu yasağa Türkiye de dâhil. Bu tür tavırları şahsen eşkıyalık olarak görüyorum. Zaten eşkıya, temelde yasa tanımaz, kendi kuralını kendisi belirleyen demektir. Böyle olunca eşkıyanın dünyada hükümran olması aynı zamanda ülkelerin bağımsızlığının sınırlandırıldığı anlamına gelir. Çünkü bağımsız bir ülkenin neyi nereden alacağına, neyi yapıp yapmayacağına kendisi karar vermesi gerekir. Bu hak bazı ülkelerin sahip oldukları güce dayanarak bağımsız olduğu söylenen ülkelerin elinden alınabiliyorsa bağımsızlık sözden öteye bir anlam ifade etmez.
Meseleye bu açıdan baktığımızda ABD ya da bir başka sömürgeci gücün ülkelere bazı hususları dikte ettirmeye kalkışmasını sadece ekonomik bir olay olarak değerlendirmek eksik olur. İşin önemli olan boyutu siyasi yanıdır. Yani, bağımsızlığının elinden alınması ya da sınırlandırılması. Buna ülkeler ses çıkartamaz hale gelmişlerse atılan bağımsızlık, özgürlük, ülkelerin eşitliği gibi nutukların hiçbir anlamı kalmaz. Bu noktada eşkıyalığa soyunan sömürgecilerin sergiledikleri hukuk tanımazlık karşısında ülkelerin sürekli sessiz kalışlarını, bir başka ifadeyle sineye çektiklerini gördükçe eşkıyalıklarını giderek ileri boyutlara ulaştırdıklarını söylemek yanlış olmaz. Olaya ABD’nin son yıllarda İran başta olmak üzere bazı ülkelere karşı uygulamaya koyduğu ambargo açsından baktığımızda gördüğümüz manzara giderek çirkinleşmekte, ABD bir yandan İran’a bir takım yaptırımlar uygularken, İran’ın bu yaptırımlara itiraz etmesine öyle bir üslupla karşılık veriyor ki, tam da dilimizdeki ‘hem suçlu, hem de güçlü’ deyimine uygun düşüyor. Özetle İran ABD yaptırımlarını tanımadığını söyleyerek bazı karşı adımlar atıyor. Bu adımlar ABD’nin öylesine canını sıkıyor, kanına dokunuyor olacak ki, Trump, “Eğer İran savaşmak istiyorsa, bu İran’ın resmen sonu olur” demekten çekinmiyor. Hâlbuki İran’ın savaş istediği falan yok. Sadece, ABD tarafından İran’ı ekonomik olarak çökertmeye yönelik adımları tanımadığın söylüyor. Bağımsız bir ülkenin bu da tabii hakkıdır. Ama ABD eşkıyalığı öylesine ileri boyutlara götürüyor ki, sanki İran’ı isyan noktasına getiren kendileri değilmiş gibi hareket ediyorlar. Bir gün ABD İran’a saldırırsa bilinmelidir ki, savaş isteyen taraf İran ilan edilecek, kendi eşkıyalıkları gizlenmeye çalışılacaktır. Bunu gizlemek mümkün olabilir mi? Doğal olarak olmaması lazım. Ancak, sömürgecilerin her hamlesi karşısında, ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ anlayışı ile sessizliği tercih edenler olduğu sürece yılan saldırısını sürdürecek ve sıra bir gün diğer mazlumlara da gelecektir.
Selam ve Dua ile