Değerli Okuyucular,

Yönetimde kadın isteniyor mu? Dünyanın her yerinde bu konuda bitmez tükenmez tartışmalar olmakta. Benim fikrimi sorarsanız;

Hiç sanmıyorum!

Peki yönetimde kadını istemeyen kim? Kanımca hem erkekler hem kadınlar.

Günümüzdeki yaşam düzeni insani değerlere ve insan doğasına aykırı koşullar barındırıyor. Temelden başlayalım. Bir kadın doğum yaptığında vücudunun ve hormonlarının toparlanması 2 yıl sürüyor. Bebeğin ise anneye olan ihtiyacı 4-5 yaşına gelip kendi kimliğini kazanmasına dek ve kendi öz bakımını (yemek ve tuvalet) yapabilmeye başlamasına kadar sürüyor. Peki doğum izni ne kadar? Bazı ülkelerde hiç yok. Bizim ülkemizde 4 ay. İnsanı merkezine alan ve değer veren ülkelerde 3 yıla kadar çıkabiliyor. Tahmin edersiniz ki 3 yıl izin veren ülkelerin sayısı 3-5 tane.

Peki herhangi bir kurumda yönetici olmak için gerekli koşullar nedir? Aralıksız yıllar boyunca çalışmak. İşte kadın ile yönetim pozisyonları arasındaki bağlantı burada kopuyor. Kadın işe mi yetişsin? Bebeğine vakit mi ayırsın? Kendine mi baksın? Bu noktada konformist seçimler devreye giriyor. Kadın ailesi ve işi arasında seçim yapmak durumunda kaldığında merhamet duygusunu ve sosyal yönlendirmeyi takip ederek işi hayatının ikinci planına atmayı veya hiç çalışmamayı sıklıkla seçebiliyor. Burada kadını kurbanlaştırdığımı sanmayın, kadın doğanın gereklerini takip ederek bebeğinin yanında olmayı seçiyor. Ancak bu seçimin arkasında sıklıkla gördüğüm, gizli kalmış bir düşüncesi daha var kadının. Konforundan ödün vermemek ve eşinin kendisine bakmakla yükümlü olduğunu varsaymak. Bu seçimi yapan kadın için bazen herşey yolunda gidiyor ve yaşamı fazla pürüz çıkmadan geçip gidiyor. Ancak çoğunlukla yaşam bu kadını hayatının bir döneminde sınıyor. Başkalarına bağımlı olmasının acısını çıkartıyor ve kadını muhtaç duruma düşürüyor.

Erkek için ise durum daha kolay. Etrafında yönetici pozisyonu için rekabet eden kadın sayısı azaldıkça kendisinin bu pozisyonu elde etme ihtimali artıyor. Dolayısıyla kadının evde oturması işine geliyor. Bu da oldukça konformist bir yaklaşım.

Bugün yönetici pozisyonundaki kadınların oranının tüm dünyada yüzde 1-2 civarında olmasının sebebi, bu durumun hem kadının hem erkeğin işine gelmesinden kaynaklı. Bu durumun kadının aklı veya zekasının az veya çok olmasıyla pek bir ilgisi yok.

Bazı firmalar kadınların yönetime katılım oranını arttırmak için çeşitli söylemlerde bulunup bir takım aksiyonlar alıyorlar. Ancak yukarıda saydığım sebeplerden dolayı bunların hiçbiri bana samimi ve işe yararmış gibi gelmiyor. Mış gibi yapılıyormuş gibi geliyor. Hatta ironik bir şekilde bu firmalardan birinde geçenlerde kadın bir çalışanın firmaya, kendisine ayrımcılık yapıldığı ve emeklerinin karşılığının verilmediğine dair dava açtığını okudum.

Boşa kürek çekiliyor.

Kadının yönetime katılması firmanın patronunun verdiği birkaç demeçle veya kadına yapılacak pozitif ayrımcılıkla artmaz. Artsa artsa yüzde 3’e çıkar. Kadının yönetime katılmasının birincil yolu, kadının konfor alanından çıkıp yaşamında kendisini önceliklendirmesi ve kendisine yer açmasından geçiyor. Bu, ailesini ihmal edeceği şeklinde anlaşılmasın. Bahsettiğim şey kadının kendisini değerli görmesi ve bu değeri sahiplenmesi, parlatması.

Erkeklerin kadın rekabetinden ürkmesine gelince. Ürkmeyin. Hayat paylaştıkça çoğalır. Kadınlarla ilgili önyargılarınızı yıkıp yönetim odalarınızın kapılarını kadınlara açtığınız vakit kurumunuzun başarısının katlanarak artacağına ve kurum kültürünüzün daha pozitife evrileceğine şahit olacaksınız.

KADINLARA ÖZEL:
“Çalışmak için ayrı bir zamana ihtiyacınız yoktur. Hem özel hem de profesyonel hayatınız 7/24 olmalıdır. Asıl konu, her birine doğru zaman ayırarak her bir günün ne kadar farklı olabileceğini görmektir.”
Ellen Kullman, Dupont CEO

Sağlıcakla kalın,