Son günlerde iktidarın dilinde tek bir kelime dönüp duruyor: doğum.

Türkiye nüfusu yaşlanıyormuş. Avrupa gibi oluyormuşuz. Geleceğimiz tehlikedeymiş.
Çözüm? Herkes üç çocuk yapsın, beş çocuk doğursun. Hatta mümkünse her yıl bir tane.
Nüfus artsın da, ne olursa olsun!
Peki ben de soruyorum size:
Bu ülkede doğan çocuk gerçekten yaşayabiliyor mu?
Kreş bulabiliyor mu?
Beslenebiliyor mu?
Eğitim alabiliyor mu?
Güvende büyüyebiliyor mu?
Markette bebek maması etiketine bakıp ağlayan annenin, çocuk bezi fiyatına bakıp eli boş dönen babanın ülkesi burası. Asgari ücretin yarısı kiraya, kalanı faturaya giderken, hangi çocuk geleceğe umutla bakıyor?
Haydi büyüdü diyelim. Okula başladı.
Sokağa çıkmaya korkan, her gün bir başka trajediyle karşılaşan, anne-babasının “geç kalma” mesajlarıyla büyüyen bir çocuk... Ne kadar çocuk kalabilir?
Ve belki bir gün büyüdü, düşündü, sordu.
“Bu böyle olmamalı,” dedi.
Sokakta yürüdü.
Protesto etti.
En doğal hakkını kullandığı için gözaltına alındı.
Bir tweet attı diye terörist damgası yedi.
Hapiste çürüdü.
Şimdi tekrar soralım:
Neden doğuracaksın ki?
Çocuğu değil, itaati büyütmek istiyorsanız…
Geleceği değil, suskunluğu çoğaltmaksa niyet…
Kusura bakmayın ama mesele çocuk falan değil.
Mesele sizin sisteminiz.
Mesele sizin düzeniniz.
Ve biz, o düzende doğan her çocuğa bir gelecek borçluyuz.
Ama önce gerçekten yaşamasına izin verin.