Bugün bir tanesine bile rastlayamadığımız seyyar satıcılar, eski zamanlarda Gaziantep sokaklarının süsleriydi. Kimileri sessiz sedasız dolaşarak, kimileri de avazı çıktığı kadar bağırarak mallarını satmağa çalışırlardı.
İşte anımsayabildiklerim.
xxx
Yanılmıyorsam Gaziantep’te elektrik kullanımı 1935 veya 1936 yılında başlamıştır. Daha önceleri evlerde gaz lambaları ve yirik çıra kullanılırdı.
Yirik çıra, tenekecilerin yaptığı ve şirikle (susam yağı) kullanılan bir aydınlatma aracıydı. Genel olarak mutfaklarda kullanılırdı.
Gaz lambaları, 1 numaradan başlayıp 3 numaraya kadar çıkan çeşitli büyüklükte olup gazyağı ile aydınlık veren araçlardı.
İkindi vaktinden sonra, ellerinde tenekeden imal edilmiş ibrikler içerisinde gazyağı satıcıları “Gazyağı ha! Gazyağı ha!” diye sokakları dolaşarak mallarını satarlardı.
Tüketiciler ihtiyaç duydukları gazyağını bunlardan tedarik edinirlerdi.
xxx
Gaziantep’te apartman hayatına, 1960’tan sonra rastlanır. Bu şekilde ilk inşaatı yapanın Tekin Dai olduğu söylenir.
Apartman hayatıyla, pissu giderlerinin tıkanabilir düşünçesiyle, yıkanırken kil kullanımına son verilmiştir. Bu durum da, kil satıcılarının sonunu getirmiştir.
En iyi kil, sarı renkli, saçlara yumuşaklık ve parlaklık veren Nizip kiliydi.
Kil satıcıları satış yapmak amacıyla, eşeğin sırtındaki heybelere doldurduğu killeri “Kil ha! Nizip kili ha!” sedalarıyla mahalle, mahalle, sokak, sokak dolaşırdı.
xxx
Üzerlikçi Arap. Yaşlı, uzun boylu, kırlaşmış sakalıyla, içi üzerlik dolu bez torbayı omzunda taşıyarak, titrek sesiyle “Üzerlik, üzerlik” diye şehrin ana caddelerini dolaşıp satışını yapardı, Üzerlikçi Arap.
Bir taraftan da, sigara bayilerinden 5 kuruşa aldığı kibritleri 5 kuruşa satardı.
xxx
Islak bir bez torba içinde, Sülüklü Göl’den yakaladığı sülükleri “Sülük ha! Sülük ha!” sedalarıyla satanlar da tarih oldu.
Satın alanlar, gereksinim duydukları yerlerine sülükleri tutturarak kirli kanların vücuttan atılmasını sağlardı.
Sülük, karnı doyduğunda kendiliğinde, yapıştığı yeri bırakırdı. Çok kimse bu sülüklerin üzerine odun kömürü külü dökerek, emdiği kanı kusmasını sağlar ve su dolu şişelerde muhafaza ederek yeniden kullanıma hazır tutardı.
10-12 yaşlarındayken alt dudağım hep çıtlardı. Gülemezdim; çünkü hemen çıtlayıverirdi. Annem Rahmetlik, dudağıma iki sülük vurmuştu. Dudağımın bir daha çıtladığını görmedim.
xxx
Şehreküstü’lü Tuzlucacı Zengin Ağa.
Bugün muhtelif iş yerlerinde nohutçular var; nohut dürümcüleri. Karınlarını doyurmak için insanlar satın alıyorlar.
Zengin Ağa tuzlucasını (haşlanmış nohut), alanların karınlarını doyurmaları için değil, çerez kabilinden yemeleri için satardı.
Zengin Ağa, geceden ateşe koyduğu nohudu, sabahleyin kavak ağacından yapılmış tablasına doldurur; cebine bir ufak rakı kor; bürümlü yeleğinin göğüs bölümündeki kısma küçük, küçük kestiği kâğıtları yerleştirir; satışına Şehreküstü’den başlardı.
“Nerde galdın Zengin Aaa, deeleer! Toktur Hamit Beyde yiii bundan!” diye bağırarak tuzlucayı satardı.
Zengin Ağanın son durağı Kırkayak’taki okulumuz Ticaret Lisesiydi. Öğrenciler 25 kuruşluk alırdı. Bize iltimas geçerdi. Bürümlü yeleğinin göğüs kısmındaki kâğıttan bir dane çıkarır üzerine tuzlucayı kor, tuz ekeler, iltimas olarak üzerine limon sıkardı.
(Devam edecek)