Eski zamanlarda Dünya’nın ıssız bir köşesindeki bir ada da birbirlerinden habersiz dört ayrı kabile bulunuyordu. Bu kabileler adaya çok uzun zaman önce gelen bir adam aracılığıyla ateş ile geç de olsa tanışmışlardı.

Bir bilge ve öğrencileri bu adayı incelemek amacıyla gezi düzenlemişlerdi.  Bir gemiyle zor da olsa adaya ulaşmışlar, ilk olarak birinci kabile ile karşılaşmışlardı.

Bu kabilede ateşin kontrolü sadece rahiplerdeydi. Ateşin kullanma hakkının kendilerine verilmiş bir kutsal armağan olduğuna kabiledekileri inandırmışlardı. Sadece rahipler ısınıp, sıcak yemek yerken, kabiledekiler üşüyor ve yemeklerini pişirmeden yiyordu.

Öğrencilerinden biri öne atıldı:– Ben bu kabiledeki herkesin ateşten yararlanmasını sağlayacağım. Onun için burada kalacağım.

Bilge ve diğer öğrenciler onu orada bırakıp yollarına devam ettiler, ikinci kabile ile karşılaştılar.

Bu kabilede ateş yakan kimse yoktu. Ateşi çok eskiden görmüşler. Ateş yakmaya yarayan tüm araçlara tapıyorlardı. Ateşin ilahi bir güç olduğuna inanıyorlardı.

Bir öğrenci daha öne atıldı:– Ben de burada kalıp, herkese ateşi nasıl yakacaklarını öğreteceğim.

Onu orda bırakıp diğerleri yola devam edip üçüncü kabilenin yaşadığı yere ulaştı.

Bu kabilede ise bir zamanlar ateşi adaya getiren adamın totemlerini yapmışlar, her yere yerleştirmişler ve ona tapıyorlardı. Ateşi getiren adamın tanrı olduğuna karar vermişler, çok uzun zaman önce ateşi görmüşler. Ama sonra kimse ateş yakmayı denememişti.

Öğrencilerden biri daha atıldı:– Ben de burada kalıp, bu kabileye ateşi nasıl kullanacaklarını öğreteceğim.

Diğerleri adayı gezmeye devam edip, dördüncü kabilenin köyüne vardılar.

Dördüncü kabile de ateşin kendisi tanrı yerine konulmuştu.  Ateş yakmayı yine bilmiyorlardı. Ama hep ateşin gücü, kutsallığı hakkında konuşuyorlardı.

Başka bir öğrenci de bu köyde kalmak istedi. Bilge ve öğrencileri adayı biraz daha gezip dört köyde kalan öğrencileri almak için tekrar aynı yolu izleyerek geri döndüler.

Birinci köye vardıklarında öğrendiler ki; öğrenci ateşi herkesin kullanabileceği söyler söylemez, rahiplerce suçlanmış, rahiplerin kışkırtmasıyla bir yabancının sözlerine inanmak yerine kendi rahiplerine inanan kabiledekiler de öğrenciyi yakalayıp rahiplerinin ateşiyle yakmıştı…

İkinci köydeki öğrenciyi almaya gittiklerinde, buradaki öğrenci halkın tapındığı aletleri kullanarak ateş yakar yakmaz halk korkmuş, tapındıkları nesnelerin böyle kullanılmasına tepki göstermiş ve öğrenciyi öldürmüşlerdi.

Üçüncü köydeki öğrenci, önemli olan ateşi yakmanız, bir insanın totemine tapmak doğru değil diye söze başlayınca hemen onu da öldürmüşlerdi.

Dördüncü köydeki öğrenci de ateşe tapmanın doğru olmadığını, önemli olanın ateşi kullanmak olduğunu, ateşin aslında ne olduğunu anlatmaya başladığı anda öldürülmüştü.

 

Bilge ve kalan diğer öğrenciler çaresiz gemiye döndüler, adadan uzaklaştılar. Bilge başlarına gelen acı durumdan çıkarılacak ders için öğrencilerine dedi ki:– Cahiller bildiklerini doğru zanneder, onlara yeni bilgiler öğretmek istediğinizde size direnirler. Yeni bilgiler cahiller için huzursuzluk kaynağıdır. Bu cahillere herhangi bir şey öğretmek de çok zordur. Gerçekten bilgili insanlardan nefret ederler. Onları yakarlar ve kendilerine göre cezalandırırlar.

Hayat akarken her zaman yeni şeyler öğreniriz, bu yeni öğrendiklerimiz eski bildiklerimizle çeliştiğinde huzursuz oluruz. Şimdiye kadar bildiklerimizin yanlış olduğunu kabul etmek istemeyiz. Bilge bir insan şu an bildiklerine şüphe ile yaklaşır, bilgilerini sorgular, yeni bilgilere açık olur. Cahil insan ise ilk olarak ne öğrendiyse onlarla yetinir. Bilgilerinin doğruluğunu sorgulamayıp körü körüne inanır. İnsanı diğer canlılardan ayıranın akıl olduğunu unutur yalnız duygularıyla hareket eder.

///

Hisset

İSTEK

Yanıyor beynimin kanı,

Bilmem nerelere gitsem?

İçime sığmayan canı

Hangi rüzgara es etsem?

Akşam sular karardı mı?

Bir dağa versem ardımı,

İçimi yakan derdimi

Sağır göklere anlatsam

 

İçiliversem dem gibi,

Kırılıversem cam gibi,

Şamdanda yanan mum gibi,

Sabahı görmeden bitsem

 

Bir yüce ormana dalıp

Ya bir dağ başına gelip,

Beni yaradanı bulup

Malını başına atsam

 

Görünmez kollar boynumda.

Yarin hayali koynumda,

Sıcak bir kurşun beynimde,

Bir ağaç dibinde yatsam.

 

Sabahattin ALİ

///

Gülümse

ÖLÜLER ÇİÇEK KOKLAMAZ

Amerikalı iş adamı, bir Çinli’ye alay ederek sormuş:

― Ölüleriniz, mezarlarına koyduğunuz pirinçleri ne zaman yiyecek?

Çinli başını kaldırmadan cevap vermiş:

― Sizin ölüleriniz, koyduğunuz çiçekleri kokladığı zaman.

///

Kulağına küpe olsun

Vefayı vefasızda, edebi hayasızda, merhameti vicdansızda arama..

Üzülürsün.

 

Hz. Mevlana