Bir düşünün: Sabah kalkıyorsunuz, kira ödeyip elektrik faturası yatırıyorsunuz, ardından markete gidiyorsunuz. Aldığınız ürünler aynı mı? Hayır. Sepetiniz küçüldü, fiyatlar büyüdü. Asgari ücretlinin cebindeki zamlı para, enflasyon canavarının ağzına atılmış bir lokma gibi. Daha dokunamadan yok oluyor.
Sosyal hayat? Hadi oradan! Sinema bileti, bir kafede içilen kahve veya çocuklara alınacak yeni bir oyuncak… Bunlar artık asgari ücretlinin hayal dünyasında. Bu hayat, bir şekilde “yaşanıyor” ama insanca mı? İşte o sorunun cevabı çoktan kayboldu.
Asgari ücretin artmasıyla beraber bir zincir reaksiyon başlıyor. İşveren "Ben ne yapacağım?" diyor, maliyetleri fiyatlara yansıtıyor. Esnaf "Benim de maliyetim arttı," diyerek fiyatları yükseltiyor. Ve bu sarmal, dönüp dolaşıp en alttaki o asgari ücretliye çarpıyor. Yani maaş artıyor, ama hayat daha pahalı oluyor. Bir nevi, kısır bir döngü.
Sahi, neden böyle? Çünkü asgari ücret zammı, bireyin refahını değil, sadece geçici bir "başarı" algısını hedefliyor. Çalışan daha fazlasını hak etmiyor mu? İnsanca bir yaşam, sadece temel ihtiyaçların karşılanmasından mı ibaret? Sosyal hayata katılmak, bir tiyatroya gitmek, haftasonu ailece yemeğe çıkmak, bunlar lüks mü?
Evet, asgari ücret artıyor. Ama gerçek değişim, sadece maaşlarda değil, yaşam standartlarında olmalı. Çünkü bir insan, sadece karnını doyurarak değil, ruhunu besleyerek de yaşar. Ve şu an, o ruh aç. Hem de çok aç!