Değerli Dostlarım,
Yeni bir haftadan daha merhaba. Umarım içinden geçtiğimiz bu olağanüstü zamanlar ve olaylardan öğrendiklerinizle yaşamınızın en az bir alanında ileriye doğru bir adım atmışsınızdır.
Bugünkü yazımda sevgili Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma kitabını Nil’ce yorumlamaya devam ediyorum.
Bugün üçüncü anlaşmada derinleşeceğiz.
Varsayma, sor.
İnsan zihni varsaymaya son derece meyillidir. Zira zihin, etrafta ve içinde bulunduğu bedende olan bitenlerle ilgili sürekli soru sorar ve bu sorulara cevap arar. Yani bir nevi sürekli bir “kapanış” arar, açık kalan soruları sevmez. Zihniniz, aradığı cevapları sağlamadığınız takdirde, yanıtsız kalan sorulardan kalan boşlukları varsayımlarla hızlıca doldurmaya başlar. Varsayımların gerçek olup olmadığına bakmaksızın.
Problem şu ki çoğu zaman varsaydığımız şeylerin gerçeği yansıttığı yanılgısına düşeriz. Halbuki bazı varsayımlar, belki de çoğu, teyide muhtaç, gerçeği yansıtmayan birer teoriden ibarettir.
Varsayımlarımız, etrafımızda olan biteni kişisel olarak algılayıp, üzülüp bu üzüntüden dolayı kelimelerimizin zehirle dolmasına sebep olur. Yani Don Miguel Ruiz’in ilk iki anlaşmasını da yerle bir etmiş oluruz varsayarak.
Hatırlarsanız geçmiş yazılarımdan birinde Anlam Çıkarım Merdiveni diye bir modelden bahsetmiştim. Etrafımızda olan bitenlerin arkasındaki gerçekleri anlamadan olanlarla ilgili varsayımlar yapıp kendimize göre anlamlar çıkartıyoruz. Sonra da ilişkilerimizi ve yaşantımızı bu varsayımlara göre yönlendiriyoruz.
Örneğin; yolda yürüyorsunuz. Karşı kaldırımda bir arkadaşınızı gördünüz. Arkadaşınız sizin olduğunuz yöne bakarken siz ona çılgınca el sallıyor ve yanına gidip sohbet etmek üzere yelteniyorsunuz. Ancak arkadaşınız selamınızı almayı bırakın başını önüne eğip yoluna devam ediyor. Zihniniz anında sorular fırlatmaya başlıyor. Neden selam vermedi? Beni neden görmezden geldi? Artık benimle görüşmek istemiyor mu? Neden? Nasıl? Niçin? Bu noktada arkadaşınıza neler olduğunu sormak üzere telefon açıp olanı biteni anlamaya çalışmazsanız zihninizin sorduğu soruları yine zihniniz varsayımlarla anında dolduracaktır.
“Birkaç haftadır bana soğuk davranıyordu zaten. Artık benimle görüşmek istemiyor herhalde.”
“Bu ne saygısızlık böyle! Onca yıllık arkadaşlığımızın hiç mi hatırı yok!!”
Gibi gibi, içinde zehir barındıran kelimeler, düşünceler.
Zihninizi kontrol edip, “akşam arayıp bir konuşayım, bakalım ne oldu” sorusuyla gününüze devam eder ve akşam arkadaşınıza telefon açıp ne olduğunu sorarsanız iki cevaptan birini alacaksınız.
Ya arkadaşınız çeşitli sebeplerden, belki de kendi varsayımlarından dolayı, artık sizinle görüşmek istemediğini paylaşır. Bu durumda arkadaş seçimlerinizi yeniden gözden geçirirsiniz.
Veya, o gün başına gelen korkunç bir olayı size anlatır ve yolda yürürken kendinde olmadığını, etrafını görmediğini ve dolayısıyla sizi fark etmediğini paylaşır. Bu durumda arkadaşınıza yardım eli uzatarak arkadaşlığınızı daha da kuvvetlendirme şansı bile elde edebilirsiniz.
Anlatabildim mi?
Varsaymayın lütfen, sorun.
Varsaydığınız zaman gerçekte olmayan bir problemi yaratma ihtimaliniz büyük bir hızla artıyor.
Varsaymak aynı zamanda çevrenizle iletişiminizin de kesilmesine sebebiyet veriyor. Varsayımlarınızın aradığınız cevaplar olduğuna inandığınız için “her şeyi biliyorum zaten, sormaya gerek yok” noktasına ilerliyor ve böylece insanlarla iletişime geçip soru sorma gereği duymuyorsunuz. Böyle böyle yavaş yavaş insanlardan kendinizi soyutluyor ve yalnız şekilde yaşamınıza devam ediyorsunuz.
Bugün kaç evlilik, eşlerin evlilikle ve birbirleriyle ilgili yaptıkları varsayımlara dayanıyor acaba?
Kaç işletme kararlarını varsayımlara dayalı rakamlar ve bilgiler üzerine veriyor acaba?
Bu varsayımların gerçekliği sorgulansa, bu varsayımlarla ilgili taraflar açık şekilde iletişerek gerçeği bulmaya çalışsa ilişkiler ve işletmeler nereye evrilir acaba? Merak ediyorum doğrusu.
Varsaymayı bıraktığınızda ilişkileriniz dramatik şekilde iyileşecek ve varlığından bile haberdar olmadığınız bilgilere ve gerçeklere ulaşacaksınız. Zira soru sormaya başlayacak ve aldığınız cevaplarla varsayımlarınızın ne kadar gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlayacaksınız.
Sağlıklı iletişimin temeli bu anlaşmada. Varsaymayı bırakıp gerçeği araştırarak bulduğumuzda, etrafınızda olan bitenin hiçbirinin bizimle ilgisi olmadığının farkına varacak, böylece kelimelerimiz içine sızan zehiri akıtıp ağzımızdan çıkan ifadelerimizi temizleyebileceğiz.
Hal böyle olunca da dünyada ne savaş kalacak, ne de acı.
Bireysel özgürlüğe giden yol bu anlaşmadan geçiyor.
Varsayma, sor.
Sevgiyle,
Değerli Dostlarım,
Yeni bir haftadan daha merhaba. Umarım içinden geçtiğimiz bu olağanüstü zamanlar ve olaylardan öğrendiklerinizle yaşamınızın en az bir alanında ileriye doğru bir adım atmışsınızdır.
Bugünkü yazımda sevgili Don Miguel Ruiz’in Dört Anlaşma kitabını Nil’ce yorumlamaya devam ediyorum.
Bugün üçüncü anlaşmada derinleşeceğiz.
Varsayma, sor.
İnsan zihni varsaymaya son derece meyillidir. Zira zihin, etrafta ve içinde bulunduğu bedende olan bitenlerle ilgili sürekli soru sorar ve bu sorulara cevap arar. Yani bir nevi sürekli bir “kapanış” arar, açık kalan soruları sevmez. Zihniniz, aradığı cevapları sağlamadığınız takdirde, yanıtsız kalan sorulardan kalan boşlukları varsayımlarla hızlıca doldurmaya başlar. Varsayımların gerçek olup olmadığına bakmaksızın.
Problem şu ki çoğu zaman varsaydığımız şeylerin gerçeği yansıttığı yanılgısına düşeriz. Halbuki bazı varsayımlar, belki de çoğu, teyide muhtaç, gerçeği yansıtmayan birer teoriden ibarettir.
Varsayımlarımız, etrafımızda olan biteni kişisel olarak algılayıp, üzülüp bu üzüntüden dolayı kelimelerimizin zehirle dolmasına sebep olur. Yani Don Miguel Ruiz’in ilk iki anlaşmasını da yerle bir etmiş oluruz varsayarak.
Hatırlarsanız geçmiş yazılarımdan birinde Anlam Çıkarım Merdiveni diye bir modelden bahsetmiştim. Etrafımızda olan bitenlerin arkasındaki gerçekleri anlamadan olanlarla ilgili varsayımlar yapıp kendimize göre anlamlar çıkartıyoruz. Sonra da ilişkilerimizi ve yaşantımızı bu varsayımlara göre yönlendiriyoruz.
Örneğin; yolda yürüyorsunuz. Karşı kaldırımda bir arkadaşınızı gördünüz. Arkadaşınız sizin olduğunuz yöne bakarken siz ona çılgınca el sallıyor ve yanına gidip sohbet etmek üzere yelteniyorsunuz. Ancak arkadaşınız selamınızı almayı bırakın başını önüne eğip yoluna devam ediyor. Zihniniz anında sorular fırlatmaya başlıyor. Neden selam vermedi? Beni neden görmezden geldi? Artık benimle görüşmek istemiyor mu? Neden? Nasıl? Niçin? Bu noktada arkadaşınıza neler olduğunu sormak üzere telefon açıp olanı biteni anlamaya çalışmazsanız zihninizin sorduğu soruları yine zihniniz varsayımlarla anında dolduracaktır.
“Birkaç haftadır bana soğuk davranıyordu zaten. Artık benimle görüşmek istemiyor herhalde.”
“Bu ne saygısızlık böyle! Onca yıllık arkadaşlığımızın hiç mi hatırı yok!!”
Gibi gibi, içinde zehir barındıran kelimeler, düşünceler.
Zihninizi kontrol edip, “akşam arayıp bir konuşayım, bakalım ne oldu” sorusuyla gününüze devam eder ve akşam arkadaşınıza telefon açıp ne olduğunu sorarsanız iki cevaptan birini alacaksınız.
Ya arkadaşınız çeşitli sebeplerden, belki de kendi varsayımlarından dolayı, artık sizinle görüşmek istemediğini paylaşır. Bu durumda arkadaş seçimlerinizi yeniden gözden geçirirsiniz.
Veya, o gün başına gelen korkunç bir olayı size anlatır ve yolda yürürken kendinde olmadığını, etrafını görmediğini ve dolayısıyla sizi fark etmediğini paylaşır. Bu durumda arkadaşınıza yardım eli uzatarak arkadaşlığınızı daha da kuvvetlendirme şansı bile elde edebilirsiniz.
Anlatabildim mi?
Varsaymayın lütfen, sorun.
Varsaydığınız zaman gerçekte olmayan bir problemi yaratma ihtimaliniz büyük bir hızla artıyor.
Varsaymak aynı zamanda çevrenizle iletişiminizin de kesilmesine sebebiyet veriyor. Varsayımlarınızın aradığınız cevaplar olduğuna inandığınız için “her şeyi biliyorum zaten, sormaya gerek yok” noktasına ilerliyor ve böylece insanlarla iletişime geçip soru sorma gereği duymuyorsunuz. Böyle böyle yavaş yavaş insanlardan kendinizi soyutluyor ve yalnız şekilde yaşamınıza devam ediyorsunuz.
Bugün kaç evlilik, eşlerin evlilikle ve birbirleriyle ilgili yaptıkları varsayımlara dayanıyor acaba?
Kaç işletme kararlarını varsayımlara dayalı rakamlar ve bilgiler üzerine veriyor acaba?
Bu varsayımların gerçekliği sorgulansa, bu varsayımlarla ilgili taraflar açık şekilde iletişerek gerçeği bulmaya çalışsa ilişkiler ve işletmeler nereye evrilir acaba? Merak ediyorum doğrusu.
Varsaymayı bıraktığınızda ilişkileriniz dramatik şekilde iyileşecek ve varlığından bile haberdar olmadığınız bilgilere ve gerçeklere ulaşacaksınız. Zira soru sormaya başlayacak ve aldığınız cevaplarla varsayımlarınızın ne kadar gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlayacaksınız.
Sağlıklı iletişimin temeli bu anlaşmada. Varsaymayı bırakıp gerçeği araştırarak bulduğumuzda, etrafınızda olan bitenin hiçbirinin bizimle ilgisi olmadığının farkına varacak, böylece kelimelerimiz içine sızan zehiri akıtıp ağzımızdan çıkan ifadelerimizi temizleyebileceğiz.
Hal böyle olunca da dünyada ne savaş kalacak, ne de acı.
Bireysel özgürlüğe giden yol bu anlaşmadan geçiyor.
Varsayma, sor.
Sevgiyle,