Düşün

Sessizce geldi katıldı aramıza .Bir sandalye verdiler hemen, oturup dinlemeye başladı konuştuklarımızı.İşte,bu kızın annesi babası öldü.Adın ne senin?Gamze, Gamze Kara .Kara ha Evet, karaydı saçları, karaydı gözleri,karaydı teni.Ya şimdi?Ya bundan sonra?Kara mı olacaktı bahtı.Senin de fotoğrafını çeksin abla ,hadi!Çeksin mi?Omzunu silkti sadece, sessizce baktı gözleri.Sessizce ve kırık Umutsuzluğuydu objektife takılan.Kömür gözleri parlamıyordu,içten içten ağlıyordu bu kara yüz, dudakları gülmeyi unutmuştu. Yine de sessizce baktı gözleri objektife, sessizce ağladı Dokuz yaşında kendisine can verenleri kaybetmişti Gamze.Toprağın öfkesiydi onları uzaklara götüren.Kayaların,dağların,taşların öfkesi.Olsun anneannesi vardı ya,ona bakardı.Nereye kadar?

 

Farkındaydı ölümün soğuk elleri anne babasını sçmişti.Beni görüyorlardır,değil mi?Yanımdalar biliyorum .Beni seviyorlar.Tek üzüldüğüm,keşke uzaklara gitmeselerdi. Sessizce baktı gözleri yine, sessizce sordu. Bir de kardeşi vardı Gamze’nin yedi-sekiz yaşlarında, Kara soyunun tek temsilcisiydi Barış,bırakır mıydı amca onu öyle çadırkentlerde.

 

Aldı,götürdü Afyon’a.Ya Gamze?O sadece ve sadece bir kız çocuğuydu, amcaya yaraşmazdı! Sessizce baktı gözleri o anda Anne ,acıktım, yemek yiyelim diyemeyecekti artık.İş başa düşmüştü,kendi kendini doyurmak zorundaydı. Aldı eline kovaları,doğru aşevine.Hey, küçük kız nasıl taşıyacaksın o yemekleri?Çadırımız uzakta tekrar tekrar gelemem,hem ben yalnızım,annem babam yok ki. Sessizce baktı gözleri kadına, sessizce yürüdü. Kara Gamze, bir küçücük hayat işte, taşların molozların, demirlerin arasından sıyrılan . Toprağın öfkesine yenik düşmeyen bir küçücük yürek öfkenin bağışladığı bir küçücük can.Okula gidecek büyüyecek. Silinmeyecek elbet bu öfke zihninden, sarstıkça sarsacak Kara Gamze’yi.En derinde bir yerlerde o uğultu hep duyulacak. Sessizce baktı gözleri arkamızdan, sessizce el salladı.

 

**

 

Hisset

 

Makber

 

Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı,

Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.

Şimdi buradaydı gitti elden,

Gitti ebede gelip ezelden.

 

Ben gittim o hâksâr kaldı,

Bir kûşede târumâr kaldı.

Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!

Beyrût’ta bir mezâr kaldı.

 

……

Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et,

Yâdımdaki hâlime devâm et!

Ketmetme bu râzı, söyle bir söz,

Ben isterim âh öyle bir söz! ..

 

Güller gibi meyl-i ibtisâm et,

Dağ-ı dile çâre bul, merâm et! ..

Bir tatlı bakışla, bir gülüşle

Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et! ..

……

 

Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben? ..

Ayrı yaşayım mı sevdiğimden? ..

Verdin bana böyle bir mûsibet,

Ettin beni düşmen-i muhabbet.

 

Ya bir kulu sevmiyor musun sen? ..

Ya böyle bir ölüm değil mi erken? ..

Hiç bulmamak üzre gâib ettim,

Mecnun gibi ben onu severken.

 

……

Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? ..

Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb!

Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb,

Rüyâ değil bu ayniyle vakî.

 

Kabrin çiçekten bir türbe olmuş,

Dönmüş o türbe bir haclegâhe,

Bir haclegâhe dönmüşse türben

Aç koynunu aç maşukânım ben.

……

 

Sen öldün, ölüm güzel demektir,

Ölsem yaraşır gamınla her gün.

 

Abdülhak Hamit Tarhan

 

**

 

Gülümse

 

Atta

Temel iyice yaşlanmış, yaş doksan beş olmuş. Bir gün Azrail çıkagelmiş. Temel, ' Ne yapsam da paçayı yırsam' diye düşünmeye başlamış. 'Hah buldum. Çocuk taklidi yapayım, beni tanımasın demiş' Azrail iyice yaklaşınca başlamış ağlamaya; ”Ingaa! Ingaa!..” Azrail Temel'in kulağına eğilmiş ve şöyle demiş;- “Atta! Atta!..”

 

**

 

Kulağına Küpe Olsun

 

Bir sorunu çözmenin en iyi yolu nedenini yok etmektir. Martin Luther King