Dünden devam…

            Sayın Yakar, kitabın “Sonuç” kısmında, “Öyle ki 3.  Muhasaranın olduğu 22 Kasım 1920 tarihlerinde (tamim no: 483)  cephede savaşan askerler, cephane eksikliğinden dolayı,  düşman 80-100 metre yaklaşmadan ateş etmeyecek, ettiği ateş tam isabet olacak, sıktığı kurşundaki boş kovanı tekrar toplayıp imalathaneye gönderecek, kaç tane kovan gönderdiyse bir sonraki sefere o kadar fişek alabilecek, yoksa kendine fişek verilmeyecektir. İşte Antep savunmasında kahraman müdafilerin karşılaştığı acı tablo budur. Şehri korumakla görevli her ferd buna uymak zorundadır. Kendini mi müdafa etsin yoksa mesul olduğu mevzide düşmanı şehre sokmamak için stres altında düşmanla mı savaşsın? Yayınlanan tamim savunmadaki her bir askerin ruh halini bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Önceki tamimde 80-100 metre olan düşman mesafesi 485 nolu gayet acele tamimle 70-80 metre mesafesine indirilmiştir.”   

 

Şimdi bu cümleye bakalım bilgiler nasıl çarpıtılmış? 

 

Defterdeki 483 nolu belgede, “…80-100 metre…” gibi bir ifade yoktur. Yakar’ın “Kendini mi müdafa etsin yoksa mesul olduğu mevzide düşmanı şehre sokmamak için stres altında düşmanla mı savaşsın?” ifadesi, vatanı, bayrağı ve namusu için canını vermeye karar verenler için hiçbir anlam taşımaz, çünkü onlar için, “Söz konusu vatan ise, gerisi teferruattır”.  Onların aklına böyle anlamsız sorular hiç gelmez.

 

Sayın Yakar, “Salahaddin Adil Paşa, bu mektubunda bir askerî bir yetkiliden ziyade bir şeyler yapmaya çalışmasına rağmen elinden bir şey gelmeyen bir idareci edasına sahiptir” cümlesiyle, Adil Paşa hakkında haddini aşan bir yorumu yapma hakkını kendinde nasıl görebiliyor. Sayın Yakar, bu şikâyetlerle ilgili olarak, defterde mevcut olan, Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Reîsi Fevzi tarafından, “Ayntâb Müdâfiî Özdemir Bey ve Rüfekâsına” gönderilen yazıda, “…Selâ­haddin Adil Beyefendi ordumuzun en güzîde ve en nezîh kumandanıdır..” ifadesini görmediniz mi? Sayın Yakar, bu konu ile ilgili defterdeki gerçekler karşısında, Selâ­haddin Adil Paşa ile ilgili, “elinden bir şey gelmeyen bir idareci edasına sahiptir” iddianızın dayanağı nedir?

            Yakar, kitabın “Sonuç” kısmında, “Salahaddin Adil Paşa hakkında şehirde ortaya çıkan olumsuz haberler üzerine Paşa, Antep eşrafına karşı kendisini savunmak ve haklılığını ortaya koymak amacıyla böyle bir yazı kaleme almıştır” diyor. O halde bu “olumsuz haberler”i açıklamak mecburiyetindedir Sayın Yakar, aksi halde yine suizanda bulunmuş olacaktır. Açıklamazsanız, bu milletin, kahramanlarına kuşku ile bakmasına sebep olmuş olacaksınız. Buna hakkınız yoktur.

            Yakar’ın özellikle “Önsöz” ve “Sonuç” kısımlarında, İngiliz ve Fransızların zulüm, işkence ve propagandalarından hiç söz etmeyerek, defterin genel özellikleri kısmında (Yakar, s. 29-31)“…Bazen açlık, bazen çaresizlik, bazen isyan, bazen yaralı çığlıkları, yürekten gelen bir haykırışla kalemden kâğıda dökülmüştür. Savunmayı idare eden asker ve milis kuvvetlerinin haykırışlarını duymamak mümkün değildir. Defterdeki yazılara bir de bu açıdan bakmak gerekmektedir” diyerek sadece savunma esnasındaki Mustafa Kemal yönetimi ve Türk askerî komuta kademesi ile ilgili eleştirileri ve tartışmaları gündeme getirmesi çok düşündürücüdür.

Ayntâb savunmasını, “cephane ve erzaksızlık”, “açlık”, “feryad”, “açlığın günlüğü”, “bir şehrin feryadı” kelimeleri ile niteleyen bazı kesimler, iddialarının dayanaklarını ortaya koyarak neden ve gerekçelerini açıklamak zorundadırlar.

 

Ayntâb’ın işgali döneminde, Fransız propagandalarına baktığımızda, Fransız komutanların, “Mustafa Kemal ve Kuvâ-yı Milliye eşkıyadır, çetedir, onlar size hiçbir yardım yapmıyorlar, yapmayacaklar. Kenan Bey’in askerleri ve Maraş’tan imdadınıza gelen askerler firar ettiler, asker yok, top yok, tüfek yok, cephane yok, erzâk yoktur. Bakın Mustafa Kemal,  açlığınızı, feryadınızı ve çığlığınızı duymuyor. Bu eşkıyalar sizi aç ve açıkta bıraktılar. Bunlar, soyguncudur. Şu an burada savaşanlar, Halife-i Müslimine, Padişaha karşı gelmiş olan çapulculardır, bölgede korku salarak insanları zorla silâh altına alıyorlar, halk beyaz bayrak asmak istiyor, Mustafa Kemâl’in çeteleri bırakmıyor. Kemalistler, erzâklara el koyuyorlar ve evleri yakıyorlar. Mustafa Kemâl ve arkadaşları, ‘muharrikler’dir” şeklindeki propagandalarının iyi irdelenmesi gerektiği kanısındayım. Bunlar irdelenmeden yapılan tek taraflı değerlendirmeler sakat bir tarih görüşünü de beraberinde getirir.

Ne var ki bütün bu belgelerin varlığına rağmen,   onları “transkripsiyon”   adı altında   “tahrîf” ederek Türk millî tarihini, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, “algı operasyonları” ile ortadan kaldırmaya çalışan, Mustafa Kemâl’i öteleyen, yok sayan,  Ayntâb savunmasında, “asker yoktu, top yoktu, tüfek yoktu, mermi yoktu”, “yardım istendi hiç kimse gelmedi”, hatta yardım isteme amacıyla haykırdılar, ağladılar, sızlandılar, çığlık attılar, “feryâd” ettiler yine de kimse gelmedi, hiçbir yardım yapılmadı, “açlıktan öldüler” “açlıktan teslim oldular” gibi gerçek dışı beyanlarla, Mustafa Kemal’i, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini ve Türk Silahlı Kuvvetlerini suizan altında bırakan, Türk halkını vicdansız ve acımasız olarak niteleyenler, çalışmalarına aralıksız devam ediyorlar. İddia edilenlerin aksine, vatan, bayrak ve namus için gerçekleştirilen bu savunma, “Ayntâb Savunması Günlüğü”, “Vatan Savunması Günlüğü”,  “Bir Şehrin Direnişi” idi.

Ey!  Yolcu, “Bastığın yerleri,  toprak diyerek geçme tanı; Düşün altında binlerce kefensiz yatanı …”.  Dinle!   Yolcu:  Bu memleket şehitler diyarıdır. Şehitlerin ruhu,   işbirlikçileri,  dün iflâh etmediği gibi bugün de iflâh etmeyecektir. Çünkü Mustafa Kemal’in dediği gibi,   “Türk’ün haysiyeti,   onuru ve şerefi çok yüksek ve çok büyüktür”.

 

Yarın: KİTAPTAKİ DİĞER YANLIŞLAR