Gaziantep Ekspres Gazetesi’nin 23 Mayıs 2017; 24 Mayıs 2017 ve 25 Mayıs 2017 tarihli gazetelerinde Doç. Dr. Halil İbrahim Yakar’ın “Gaziantep Savunması” adlı yanlışlarla dolu kitabını halkın görüşüne sunmuştum. Önsözünü Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Fatma Şahin’in yazdığı bu kitap gerçekten beni dehşete düşürmüştü. Ne yazık ki bugüne kadar bu kitabın sorumlularından ses-seda çıkmadı. Beni dehşete düşüren bu kitaptan sonra, kendime gelemeden ikinci bir dehşet şoku daha yaşadım. Öyle ki, gelecekte yaşayacağım dehşet şokları, galiba daha çok olacağa benziyor. Bu kez de, yine Doç. Dr. Halil İbrahim Yakar ve Arkeolog Ü.Gülsüm Yaprak Pusat’ın yazar olarak gösterildiği “Ayıntab Etraf-ı Şehir Cepheler Kumandanlığı Tahrirat, Telgraf, Telefon, Tamim Defteri Sessizliğin Çığlığı”, Gaziantep – Aralık 2015 adlı kitabı okurken neredeyse bayılacaktım. “T.C.Gaziantep Valiliği İl Kültür Müdürlüğü ve Şehitkâmil Belediyesi logoları ile yayınlanan kitap, “Şehitkâmil Belediyesi Kültür Yayınıdır”.

            Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, kitabın dış kapağında ve iç kapağındaki, “Ayıntab Etraf-ı Şehir Cepheler Kumandanlığı Tahrirat, Telgraf, Telefon, Tamim Defteri” ifadesinin transkripsiyonu yanlıştır. Doğrusu şudur:  “Etrâf-ı şehir Cebheler Kumandanlığı Tahrîrât ve Telgraf ve Telefon ve Ta’mîm Defteri”.

            Kitabın iç ve dış kapağına büyük puntoyla ve koyu olarak yazılan, “Sessizliğin Çığlığı” adı geçen ve Osmanlı Türkçesiyle yazılan defterin hiçbir yerinde yazılı olmadığı halde, kitabın iç ve dış kapağına bu ifade neden konmuştur? Bu başlıkla ne kastedilmiştir, bunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Ayntâb savunması esnasında kimler sessiz kalmış da, bugün sessiz kalanların çığlığı dile getiriliyor? Bu neyin çığlığı?!!!

            Öbür yandan kitabın kapağına konulan fotoğrafın, Lohânizâde Mustafa Nureddin’den alındığı belirtilmiş, ancak, Yakar’ın “Kaynakça”da gösterdiği Lohânizâde’nin hiçbir kitabında böyle bir fotoğraf yoktur.

            Kitabın “Önsöz”ünde, “Defterin ilk sayfasında (…) 12.11.1336 tarihi düşülmüştür. Defter 110 sayfadan oluşmaktadır” denilmektedir, ancak bu tarih yanlış okunmuştur. Çünkü defterin ilk sayfasında 13.11.336 tarihi yazılıdır. Belli ki, Doçent Bey, Osmanlı Türkçesi’ndeki rakamları da okuyamıyor. Kaldı ki, defterin 417 sayılı ilk belgesi 13/14.11.1336 tarihlidir.

            Yine kitabın “Önsöz”ünde, “Defterin 54, 107 ve 108. sayfaları kaybolmuştur” denilmektedir. Oysa kayıtlarda eldeki defterin 54. sayfası mevcut olup, dış kapaklar hariç tamamı 108 sahifedir ve son sahifesi, arkalı-önlü (107-108) boştur. Galiba Doçent Bey, 106 sayısını da, yine her zaman olduğu gibi, yanlışlıkla “109” olarak okumuş olmalı ki, 107. ve 108. sayfaların kaybolduğu(!!!???) kanaatine varmış ve defterin 110 sahife olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Yakar, kitabın yine “Önsöz”ünde, “Numarasız yazılarla beraber toplam 215 belge bulunmaktadır” diye kaydetmiş, ancak bu bilgi de yanlıştır. Çünkü defterde, 215 belge bulunmamakta, 216 belgenin kaydı bulunmaktadır. Bu belgelerin 178’nin yazılı, 38’nin “dosyada” ibaresi ile belgenin sadece numarası, tarihi ve kime/nereye gönderildiği kaydedilmiş, ancak bu 38’nin içeriklerinin deftere yazılmadığı görülmüştür. Netice olarak, defterde kaydı bulunan 216 belgenin 178’nin yazılı olarak içeriklerinin mevcut olduğu, bunların da 4’nün çok silik olduğu için okunamadığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlardan, edebiyat doçenti olan Yakar’ın, tarih alanında, belgenin ne olup-olmadığını seçemediği gerçeği ortaya çıkmaktadır.

            Kitabın “Önsöz”ünde, “Defterdeki yazıların üzerine düşülen notlara göre, 9 Mayıs 1336/1921 tarihinde Antep'ten ayrılmasına rağmen,  yazıların bir sureti aynı zamanda Kılıç Ali Bey’e de gönderilmektedir. Savunma esnasında ve sonrasında Gaziantep özelinde etkili bir şahsiyet olan Kılıç Ali Beyin,  Antep ile irtibatını kesmediği, resmi olarak savunmayı takip ettiği belgelerde gözükmektedir” denilmektedir.

            Bu cümle, Milli Mücadele’nin stratejisi açısından değerlendirildiğinde, tarih ilminden hiç nasibini almamış, tarihini bilmeyen bir vatandaşın ifadelerini içeren bir cümle gibidir. Neden?

 Öncelikle, 9 Mayıs 1336/1921 tarihi yanlış. Çünkü 1336 yılı, milâdi yıla 1921 değil, 1920 yılı olarak çevrilir. Öte yandan Kılıç Ali, 9 Mayıs 1920 tarihinde Ayntâb’da henüz cephede idi. Kuşkusuz ilk önce şunu bilmek lazım: Kılıç Ali, Mustafa Kemal tarafından, Sivas Kongresinde alınan karar gereği, Maraş-Ayntâb havalisine Cephe Komutanı olarak görevlendirilmiştir. Burada bir emir-komuta zinciri, vatanın, bayrağın, namusun korunması için çizilen bir strateji var. 12 Mayıs 1920 akşamı Mustafa Kemal, Kılıç Ali ile makine başında yaptığı bir görüşmede, Kılıç Ali’yi, Yozgat’ta ortaya çıkan ve son derece tehlikeli bir hal alan isyanı bastırmakla görevlendirir. Cephe Komutanı Kılıç Ali, o nedenle Maraş-Ayntâb Bölgesi Genel Kuvâ-yı Milliyye Komutanlığı vekâletini Binbaşı Reşit Bey’e vererek Ayntâb’dan ayrılır.

      Ayntâb’ı düşman işgâlinden kurtarma karârında olan Mustafa Kemâl, Kılıç Ali’nin Ayntâb’dan ayrılmak zorunda kalması üzerine Irak’ta, Şam’da ve Halep’te büyük başarılar elde eden Suriye-Filistin Kuvâ-yı Osmaniye Heyeti Başkanı Özdemir Bey ’i Ayntâb’a göndermiş ve Özdemir, Suriye ahvalini arz ve Mustafa Kemâl’den yeni siyasî ve askerî emirler almak ve bilgi vermek amacıyla 1920 Haziran’ı başında Ayntâb’a gelmiştir. Yurdun her yerinde olduğu gibi Ayntâb’da da harfiyen uygulanan, Mustafa Kemal’in belirlediği Milli Mücadele’nin Programı ve Stratejisidir. Yakar, bu programdaki ilkelerden hiç bahsetmeden, onu tamamen yok sayıp, okuyucuda soru işareti yaratacak şekilde, Kılıç Ali’nin 9 Mayıs’ta Antep’ten ayrıldığını yazıyor. Kılıç Ali neden, niçin, nasıl Antep’e gelmiş, neden, niçin, nasıl Antep’ten ayrılmıştır? Kılıç Ali, 14 Şubat 1921’de tekrar Ayntâb’a neden dönmüştür? Ayntâb savunması ile ilgili kararların alındığı Sivas Kongresinin adının dahi anılmadığı, tamamen uydurma bir tarih bilgisiyle kaleme alındığı gün ışığı gibi ortada olan kitaptaki görüş ve düşünceleri kabul etmek mümkün değildir. Öte yandan defterde (Sûreti Kılınç Ali’ye gönderildi) ifadesi yer almasına rağmen Yakar’ın kitabında yazılan (Sûreti Kılıç Ali’ye gönderildi) ifadesi de yanlıştır.  

 

Yarın: Önsöz’de Mustafa Kemal ya da Atatürk ifadelerine neden yer verilmedi?