Kendini bilmek kendini hissetmekle başlıyor.

Bugüne kadar yaşadıklarıma baktığımda herşeyin duygularla, daha doğrusu duygularımızı yönetebilmekle ilgili olduğunu daha iyi anlıyorum.

Geçenlerde koçluk verdiğim bir müşterim iş yerindeki mesai arkadaşıyla ciddi bir çatışma yaşamış. Görüşmemize hem ağlayarak hem köpürerek geldi.

Görüşmemizi müşterimin duygularına ayırdık.

Müşterim dedi ki;

“Ben yaptığımın doğru olduğunu biliyorum! Başa dönsem yine aynısını yaparım! Onun bunu kabul etmesini ve görmesini istiyorum! Hatta benden özür dilemesini bekliyorum!”

Biliyorum, yaparım, istiyorum, bekliyorum.

Bildiğimiz noktada artık bildiğimiz için soru sormayı bırakıyoruz.

Yaptığımız noktada sürekli aksiyona odaklanıp sonuçta nereye varmak, nerede olmak istediğimizi unutuyoruz.

İstediğimiz noktada isteklerimiz olmayınca bunlara daha da sarılıp yararsız tutkulara dönüştürüyoruz.

Ve beklediğimiz noktada her şeyi karşıdakinden bekliyor ve yaşantımızın bu beklentilerle güdümlenmesine izin vermiş oluyoruz.

Aslına bakarsanız bilmek, yapmak, istemek ve beklenti içinde olmak yaşamdaki büyüme yolculuğunun parçaları. Ancak bu eylemlerin aşırıya kaçması yaşantımıza büyük gölgeler düşürüyor.

Daniel Goleman Duygusal Zeka kitabında “kendinin farkında olmak” konusunun öneminin altını kalın kalın çiziyor. Sürekli bilir konumda olmak, yapma halinde olmak, sonsuz isteklerin peşinde koşmak (neden koştuğunu bilmeden) ve başkalarının olaylara sizin bakış açınızdan bakmasını beklemek bireyi kendinden ve içeride olan bitenden oldukça uzaklaştırıyor ve huzuru yerle bir ediyor. Bu eylemlerin (bilmek, yapmak, istemek, beklemek) sürekli ve fazlaca tekrarlanması, bireyi sürekli duygu fırtınalarının içine sürüklüyor ve bir noktada içerideki referans noktasını tamamen görünmez hale getiriyor.

Kendinin farkında olmak şöyle bir şey;

Zihniniz, sürekli bilmeyi, yapmayı, istemeyi ve beklemeyi bir süreliğine park ediyor ve etrafınızda olan bitenleri ve bunların sizde yarattığı duyguları sadece ve sadece “olduğu gibi” izliyor. Yorum yapmadan. Bu bir yetkinlik. Zihniniz olan biteni izliyor, ancak herhangi bir sonuca varıp reaksiyona geçmiyor. Bazı psikoanalistler bunu “egonun gözlemlenmesi” olarak adlandırıyorlar.

Kendinin farkında olma sürecinde beyinde neler oluyor, ona bakalım.

Öncelikle beyninizin karar mekanizması olan neo-korteks aktif hale geliyor, özellikle dil/iletişim kısmı. Bu kısım, içinizden yükselen duygularınızın isimlerini buluyor ve size fısıldıyor. Bazı bilim adamları, kendinin farkında olma sürecini “tutkusuz merak” olarak adlandırıyor. Yani kendinizi tutkularınızdan arınmış bir merakla izleme hali. Dolayısıyla neo-korteksinizin size bu hizmeti sunabilmesi için olaylar karşısında ilk yapmanız gereken şey derin bir nefes alıp sükunetinizi muhafaza etmek ve içeride olan bitenleri tutkusuz bir merakla gözlemlemek.

Duygusal zekanın beş basamağının ilkini hatırlayalım: Kendi duygularının farkına varmak. İşte bu basamak, zihninizin koşuşturmacasını durdurup gelen duygularınızı görmenize ve isimlendirmenize alan açıyor. Bu basamağı atladığınız anda içinize doluşan duygularınız içinde kaybolup gitmeniz işten bile değil.

Kısacası kendini bilmek, kendini fark edip hissedebilme hali.

Hani deriz ya biri kontrolü kaybettiğinde;

Kendine gel!

Bununla aslında demek isteriz ki; kendinden uzaklaştın, kayboldun, kendine geri dön. Bir nevi merkeze dön çağrısıdır bu.

Yaşamda size hizmet eden seçimler yapabilmenizin ön şartıdır.

Sevgiyle,