YAĞMA HASANIN BÖREĞİ ..                                                                                                                           

2. Dünya Savaşı yıllarında, ekmeğin karneyle satılması fırıncıları zora sokar. Bu sebeple çok sayıda fırıncı, iş bırakır. İş bırakmayan Karaköy'deki börekçi Hasan ise beğenmediği börekleri sokağa bırakır. Kapışılan bu börekler, börekçi Hasan'ın Yağma Hasan olarak anılmasına neden olur…

Şimdi gelelim işin özüne ; İktidarın, doğrusunu söylemek gerekirse, temelinde yönetenin iradesi ile Yağma Hasan'ın böreğine döndürüldüğü uygulamalarla bir hesapsızlık yaşanmaktadır. Ülkeyi betonlaştırırken, yandaşlara rekabet koşulları oluşturulmadan 2003 yılından bu yana 191. kez değiştirilerek  kılıflanan Kamu İhale Yasası ile verilen, ancak hesabının verilmediği işler gibi.

Ülke kaynaklarının benzer uygulamalarla Katar Katar  KATAR'a verildiği , dahası, Katar'ın dünyanın başka ülkelerinde de bu tür yatırımlar yaptığı savunması ile vatandaşta algı yaratıldığı bir süreci yaşıyoruz.

Yüzde onluk hissesini 200 Milyon dolara sattık denilen Borsa İstanbul'un, onbeş bilemedin yirmi aylık sadece kârı karşılığı ihalesiz satılması yağma Hasan'ın böreğini çağrıştırıyor. Antalya Limanı da bu fasıldan nasibini aldı. Tıpkı Tank Palet Fabrikası, kafaya taktığı Çılgın Proje Kanal İstanbul proje alanında, Karadeniz'in yakılan orman alanında ki araziler gibi. Futbol maçlarının yayın hakkını verdikleri fiyattan sonra firma itiraz ettiğinde 90 milyar dolar indirim yapılması gibi...                

Ancak unutulmaması gereken, bu Ülke "Yağma Hasan'ın Böreği" değil, sende Börekçi Hasan değilsin. Saçı bitmemiş yetim hakkı var efendi... Bu gün için, bunu anlasak da anlamasak da, muhalefet etsek de "Atı Çalan Üsküdar'ı Geçiyor" gibi...

Bu devran böyle gitmez. Ülkeyi, Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından sömürülen kaynak gibi gören yöneten anlayışının kabul edilmesi, çağdaş yönetim anlayışı ile, hukuk devleti ilkeleri ile pek uyuşmamaktadır. İşte tamda bu nedenle "Güçlendirilmiş Demokratik Parlamenter Sisteme" hiç zaman geçirmeden tüm ilgililerin ortak akıl katılımı ile mutabakatla mutlaka geçilmesi, 83 milyonluk bu Ülkenin hakkı…

Tarihten bir dersle bitirelim. Padişah II. Abdülhamid, eniştesi Mahmud Celaleddin Paşa’yı bizzat göndererek Suphi Paşa’dan “Şan-ı sadakate layık bir karar” vermesini, Vatan şairi Namık Kemal’i yargılamasını ve mahkum etmesini ister.

Suphi Paşa, “Merak etmeyin adaletin gereğini yapacağım” cevabını verir. Ancak mahkeme Namık Kemal’in beraatine karar verir. Mahkeme başkanı Suphi Paşa, bu davada padişahın “emir kulu” gibi değil, bağımsız bir hukuk insanı gibi davranmıştır.

Kızı yıllar sonra Suphi Paşa’ya “Hünkardan korkmadınız mı” diye sorduğunda adalet tarihine altın harflerle yazılacak şu cevabı verir: “İki adalet vardır, padişahın adaleti ve Allah’ın adaleti… Yarın hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız adaletten korkarım ben…”                                                                                                                    Kuldan utanmıyorsanız, Allah'ın Adaletinden korkun…