Yüz yıllık bir yıkım süreci mi? Yüz yıllık bir kurulum süreci mi?

Bir programda Pervin Buldan’ın “Cumhuriyet yüz yıllık bir yıkım sürecidir” anlamına gelen konuşması tartışılırken Garo Paylan’ın bu konuşmayı savunusuna rastladım, konuşmada, Garo Paylan’ın konuşması iki özgün noktayı vurguluyordu;

1. Pervin Buldan’ın konuşmasının cumhuriyeti tümden hedef almadığını

2. Ancak, 100 yıldır Kürtler, azınlıklar ve Alevilere dönük bir yıkım sürecinin sorumlusunun cumhuriyet olduğunu.

Bu düşünce biçimine yakından bakacağız. Bir düşünceye yakından bakma, düşünce üzerine düşünmeyi anlatır.

Düşünce üzerine düşünme, adsal-imgesel, görgül düşünce ile yetinmeyerek düşüncenin taşıdığı kavramlara doğru, geriye giderek bu kavramların bizim için değil, kendi için- kendi iç- ilişkilerine göre kavramak demektir, bu düşünme biçimine ‘kavramsal’ düşünme diyoruz. Öncekine ise doğal düşünce.

Kavramları ‘kavramsal’ düşünmez, ‘doğal düşünce’ ile düşürsek isek ne olur?

Sadece bir yanını alalım; eğer öyle yaparsak, düşündüğümüz kavramın anlamı herkese göre değişir. Bir kavramın anlamı herkese göre değişirse, herkese görece ise o kavram üzerine tartışmanın, akıl ile tartmanın bir anlamı ve değeri olmayacaktır. Kim ne söylerse söylesin haklı olacaktır. Kim ne derse desin aynı zamanda haksız olacaktır. Böylece hiç kimse haksız olmayacak, ya da herkes haksız olacaktır, sonuç olarak; hiç kimse haklı olmayacak, ya da herkes haksız olacaktır.

Bu kavram cumhuriyet ise, bu kavramdan; Kürtlerin anladığı başka, Ermenilerin başka, Türklerin anladığı başka, köylünün anladığı başka, kentlinin anladığı başka, köy ağasının anladığı başka, marabanın anladığı başka, esnafın anladığı başka, şeyhin anladığı başka, kulun anladığı başka bir anlam çıkacaktır, kısaca toplumu ne kadar parçalara bölersek o kadar farklı Cumhuriyet anlayışı ortaya çıkacaktır.

Bu insani, ussal, mantıksal bir durum değildir, psikolojik değilse de düşünsel şizofrenidir. Gerçekliğin parçalara ayrılması ve her yarımın tüm yerine konması, bütün ve ayrım diyalektiğinin birliğinin bir başka deyişle gerçekliğin katlidir. Bu katillik, düşünce katilliğidir insan katilliğinden geri kalır yanı yoktur.

Bu düşünce biçimi ülkemizde ikinci cumhuriyetçi ve liberal diye adlandırılan insanların da düşünce biçimidir. Bu kişiler de cumhuriyeti bir yıkım süreci olarak görürler, belki sıkıştıklarında, tıpkı Kürt politikacı arkadaşlar gibi cumhuriyette tümüyle karşı çıkmadıklarını da söyleyebilirler, söylerler.

CUMHURİYET’İN ya da herhangi bir kavramın anlamı kişiye göre değişmez. Tıpkı elma ağacının kişilere göre armut, kayısı, şeftali olarak görülemeyeceği gibi. Eğer bunu yapan kişileri görse idik bunların tümüne deli demekten çekinmezdik. Elma ağacı elma ağacıdır, kişilere göre kendini değiştirmez, çünkü nesneldir, kişilerin dışında bir şey olarak vardır, varlığının kişilere göre değişmeyen niteliği, özü vardır.

Cumhuriyet elma ağacı değildir. Ancak elma ağacı nasıl meyve ağaçlarından biri ise Cumhuriyet de yönetim biçimlerinden biridir, kendine ilişkin bir özü-niteliği vardır. Bu öz ortadan kalktığı zaman kendisi de ortadan kalkar, bu öz var olduğu sürece kendisi de var olur ve özüne göre-görece var olur.

İlkin, cumhuriyet bir süreç olarak değil, süreçsiz kavranmalıdır. Bir kavramı süreçsiz kavrama; özünü-tözünü kendinde kavramadır. Kaynağında, işleme girmemiş halinde.

Bir başka ifade ile burada sorun, kavramı bizimle bağı olmadan- buna kavramın kendi kendinde hali diyoruz ya da salt teorik soyut hali- düşünememizden kaynaklanır.

(Devamı Yarın)