Yarın okullar açılıyor.
Binlerce meslektaşım gibi benim için açılmayacak!
Açıktayım, devlet diliyle ‘görevden uzaklaştırıldım’.
Milli Eğitim Bakanlığı, benim, görevimin başında kalmamda sakınca görüyor.
Nedeni de üyesi olduğum sendikamın yaklaşık 9 ay önce aldığı bir günlük okula gitmeme eylemine binlerce arkadaşımla birlikte katılmış olmam.
Ben, bir gün okula gitmemekle sendikal hakkımı kullandığımı düşünürken, Milli Eğitim Bakanlığı, benim, öğrenci ve velileri, okulu boykota teşvik ettiğimi, öğrencilerin eğitim hakkını engellediğimi iddia ediyor.
Bu iddiaların asılsızlığı soruşturma sonunda ortaya çıkacak şüphesiz.
Ancak soruşturma sonuçlanıncaya kadar, benim, görevimin başında kalmamda ne sakınca var ki?
Ben bir sınıf öğretmeniyim.
Çocukların eğitim hakkını nasıl engellediğimi, düşünemiyorum bile.
Sevgimden, onlara yeterince vermedim mi?
Bilgi birikimimi müfredatla harmanlayıp, değişik yöntem ve tekniklerle onlara aktarmadım mı?
Satranç gibi, melodika gibi yetenekli öğrencilerin, yeteneğini ortaya çıkarmak için bu etkinlikleri yapmadım mı?
Bir tek öğrenciyi bile okuldan nefret ettirdim mi?
Çok ödev vererek yükü velilerin omuzuna yükledim mi?
Bir gün okula gelmemekle öğrencilerin eğitim hakkı engelleniyorsa, bu suçu işleyip, işlemediğim konusunda geçmiş meslek hayatıma bakılabilir. Sendikal kararlar dışında herhangi bir mazeret izni, hastalık izni veya başka bir izin kullanarak okula gelmemişsem, Bakanlık haklıdır, diyeceğim.
Meslek hayatım boyunca bırakın velileri okulu boykot ettirmeye çalışmayı, onların okula sık sık gelip, bizimle ve okul idaresiyle işbirliği yapmaları yönünde olağanüstü çaba harcadığımı beni tanıyan herkes bilir.
Bakanlığın iddialarına sadece üzülüyorum, içim acıyor, o kadar.
Geçen yıl birinci sınıfta 33 öğrencim vardı, bu yıl ikinci sınıf olduk, biz de öğrencilerle birlikte sınıf geçiyoruz.
Şimdi öğrencilerim bensiz, ben onlarsız kalacağım.
Tarafsız bir soruşturmacı, benim, öğrencilerin eğitim hakkını engellediğimi değil, onları ısrarla devamsızlık yapmamaları için sık sık aradığımı bilir.
Göreve dönersek yine aynı meslek aşkı ve çocuk sevgisiyle görev yapacağım kuşkusuz.
Ancak Ahmet ‘Tulavete’, Ahmet Can ve Ali Kağan ‘Tuvalete’ gitmek için rahatlıkla benden istedikleri izini, yeni öğretmenlerinden de bu kadar kolay isteyebilecek mi?
Asude ve Ayşegül’ü, hayal âlemine daldıkları ve dersten koptukları anlarda çenelerini sıkarak kim derse döndürecek?
Berkay’ın heyecanlı ve kesik kesik konuşmasını yeni öğretmen anlayana kadar epey zaman geçmeyecek mi?
Ecenur’un oyuncak sevgisi ile özgün el işi çalışmalarını dersin herhangi bir zamanında arkadaşlarına göstermesine izin verilecek mi acaba?
Elfin, akraba olmamızın avantajıyla koşup koşup yanıma geldiği gibi yeni öğretmeninin yanına gidebilecek mi?
Farah ve Ömer, aylarca ağlamalarına rağmen, sabırla onları sınıfa adapte ederken verdiğim emekler boşa gidip yeniden ağlamaya başlarlar mı, bilmiyorum.
Eray, züccaciye dükkânına girer gibi sınıfa girerken, sınıfın en uyumlu öğrencilerinden biri olmuştu. Şimdi Eray’a, ‘öğretmenin gelmeyecek’ dendiğinde ‘Niye’ diye yüksek sesle sormayacak mı?
Zeliha’nın kulaklarındaki cihazdan, Kerem ve İsmail’in görme bozukluklarından dolayı en ön sırada oturtulmaları sağlanacak mı?
İbrahim Halil, Nısanur Kılıç ve Senanur, öğretmenlerinden ayrılmalarını olanca sessizlikleriyle karşılayacaklar mı?
Özgür, sırasında bağdaş kurup oturabilecek mi?
Gülsu’nun, aileden gelen hırçınlığını ve asiliğini yeni meslektaşım kısa sürede anlayabilecek mi?
Ezgi, Taha ve Ali, o sessiz ve derinden yürüttükleri çalışmalarına devam edebilecek mi?
Talha, gördüğü ve hayal ettiği hayvanları kime anlatacak?
Onur, kime yan yan ve baygın baygın bakacak?
Zeynep, hiç oturmadan derse devam edebilecek mi, yoksa derste ayakta durulmaz diye azarlanıp, içindeki çağlayanın kurumasına mı neden olunacak?
Birbirinden farklı üç Yusuf, özgünlükleriyle sınıfa renk katmayı sürdürebilecek mi?
Nisanur Yalnız, soyadındaki gibi yalnızlığını giderdiği sınıfında, aynı sıcaklığı görebilecek mi?
Gerçek bir nehir olan Nehir’in coşkun akışı sürecek mi?
Kalem tutuşuyla, hırçınlığıyla, sevimliliğiyle, sadece derste öğrendikleriyle bile yetebilen zekâsı ve de geçimsizliğiyle sınıfta absorbe edilebilecek mi?
Ayşe Naz’ın tatlılığı ve zekası sekteye uğrayacak mı?
Bir oyuncak bebek kadar tatlı, ancak yaşının küçük olması nedeniyle geride bıraktığımız Tuana’yı bu yıl göremeyeceğim.
Sadece sınıfımdaki öğrencileri mi özleyeceğim?
Tabi ki hayır?
Kantinde sohbet ettiğimiz ve zaman zaman kucağıma alıp öğretmenler odasına getirdiğim Ecrin’i, arkadaşlarla sınıf değişimi yaparak, müzik ve satranç derslerine girdiğim üç sınıfın öğrencilerini, koridordan sınıfa girerken birbirimizle silahçılık oyunu oynadığımız Arda’yı, Erdal hocanın yıldızları Ece ve Melek’i, hep güleryüzlü Şahsenem’i daha birçok öğrencimi özleyeceğim.
Devletin soğuk yüzünü daha önceki deneyimlerimden bilirdim ancak sözkonusu öğretmen, öğrenciler, veliler ve bir bütün olarak eğitim olduğunda daha vicdanlı, öğrenci ve öğretmen psikolojisinden anlayan ve ‘Okul’u, entrikaların döndüğü, çıkarların çatıştığı, her türlü olumsuz insan ilişkilerinin yuvası haline gelmiş diğer devlet kurumlarından farklı değerlendirmesini beklerdim.
Çünkü okul diğer devlet kurumlarına benzemez, okulda sevgi, saygı, vicdan, duyarlılık, arkadaşlık, dostluk, vefa, empati ve öğrenciyi kapasitesi doğrultusunda bir adım öteye taşımak için gösterilen yoğun çaba vardır.
Politikacılar ve bürokratlar bu duyguları anlamaz.
Bu nedenle asılsız iddialarla öğretmeni, öğrencisinden ayırmanın, yani ‘Görevden uzaklaştırma’ hoyratlığının bu kadar kolayca hayata geçirildiğini görüyoruz.
Yol yakınken bu hoyratlıktan vazgeçin.
Zaten asılsız iddialarla bizleri basında ve toplum önünde açıkça teşhir ettiniz. Soruşturma sonunda suçsuzluğumuz ortaya çıktığında, ne bizim ne de öğrencilerimizin yaşadığı psikolojik çöküntüyü gideremezsiniz.
Bu hoyratlıktan vazgeçin.
19 Eylül’de beni, öğrencilerimle buluşturun.