Belki de yazı hayatımın en sıkıntılı yazısını yazıyorum.

 

2015 yılında, 7 Haziran ve 1 Kasım’da olmak üzere iki genel seçim atlatmış, ilkinde Hükümet kurulamamış, ikincisinin sonucunda ise Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığındaki AKP Hükümeti ile yola devam etmiştik.

 

2015 yılının sonlarına yaklaşırken, ekonomik göstergelerin bozulması ve ‘Çözüm Süreci’nin bitirilmesi, ülkeyi adeta bir kaos cenderesinin içine çekmiş; yaşanan bu çatışma süreci, ülkede kısmen yaşanmakta olan demokratik ortamı da ortadan kaldırmaya başlamıştı.

 

Bu esnada, bizim de üyesi olduğumuz Eğitim Sen ve KESK, tüzüklerinde yer alan ilkelere ve yasal prosedüre dayanarak, yaşanacak çatışmalar nedeniyle çocukların eğitim haklarının ellerinden alınmaması için 29 Aralık 2015 tarihinde 1 günlük iş bırakma kararı almış ve biz de bu karara uyarak o eyleme eşimle birlikte katılmıştık.

 

Bugüne kadar usulüne uygun olarak alınan sendikal kararların soruşturma konusu olmayacağına dair onlarca yerel mahkeme, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi kararı varken ve aynı yasal mevzuat yürürlükteyken, daha önce yapılan Gezi olayları protestosu, Kobani olayları protestosu gibi siyasal olaylarla ilgili yapılan iş bırakma eylemleri soruşturma konusu yapılmazken, aynı eylem ülkenin farklı illerinde de suç oluşturmazken, bu eylem nedeniyle 11 bin 300 öğretmenle birlikte ben ve eşimin de 1 Eylül tarihi itibarıyla görevden uzaklaştırıldığımızı öğrendim.

 

25 yıldır aynı heyecan ve istekle sürdürmekte olduğumuz öğretmenlik görevinden, bir süreliğine de olsa geçici olarak uzaklaştırılmamız, ikimizde de derin üzüntüye yol açmıştır. Meslek hayatımızın en verimli döneminde, adeta kendi çocuklarımız gibi sevdiğimiz ve bağlandığımız öğrencilerimizden bu şekilde kendi isteğimiz dışında apar-topar ayırılmamız, bu kararı alanların eğitimden ve çocuk psikolojisinden ne derece anladığını göstermektedir.

 

Tarihte çokça yaşanıldığı gibi olağanüstü dönemler gelip-geçicidir.

 

Bu dönem de geçecektir.

 

Bizler, Anayasayı yapanların ve uygulama merciinde olanların bile Anayasaya, hukuka ve yasalara uymayacaklarını açıkça meclis kürsüsünden seslendirdiği bu ülkede, hukukun üstünlüğü ilkesinin hayata geçmesi için elimizden gelen bütün çabayı gösterdik ve göstermeye de devam edeceğiz. Çünkü hukuk, kimsesizlerin en temel dayanağıdır.

Yaşayacağımız kişisel mağduriyet, ülkenin içine sürüklendiği kaos ortamının ve bu kaos ortamında geleceği çalınan çocuklarımızın mağduriyetinin yanında devede kulak bile değildir. Demokrasi ve hukuk hepimize hava kadar, su kadar gereklidir ve biz demokrasi mücadelesini sürdürmeye devam edeceğiz.