Şimdi sizlere tanık olduğum bir olaydan bahsetmek istiyorum. Bir yakınım işinden ayrıldı. Sosyal haklarını alabilmek için Arabuluculuk Mahkemesine başvurdu. Arabuluculuk görüşmesine bende katıldım. İlk ve tek görüşme Arabulucu Avukatın ofisinde yapıldı. Davacı olduğumuz şirketin de avukatı geldi.
Tüm görüşme 50 saniye sürdü. Karşı tarafın avukatına; ‘’Neden uzlaşmıyorsunuz,’’ diye sorduğumda; “şirketin merkez avukatlarından uzlaşmayın, mahkeme yoluna başvursunlar” talimatını aldığını söyledi. Ardı sıra; ‘’zaten mahkemede siz kazanırsınız, biz haksızız’’ demeyi de ihmal etmedi.
Davanın mahkeme süreci bu vesileyle başlamış oldu. Biraz düşündüm. Hukuki süreç en az 1 yıl sürecek. Yani hak ettiğimiz parayı almak için en az 1 yıl hukuk mücadelesi vermemiz gerekecek. Burada size rakamın büyüklüğü veya küçüklüğünden değil, ‘’Hukukun Yetersizliğinden’’ bahsetmek istiyorum. Şöyle ki; firmadan kopuşları zamana yayarsak, yıllar içinde binlerce kişiyi bulur. Fakat bunların içinde hak arama savaşına giren parmak sayısı kadar az. Davayı kazananlarda alabildikleri cüzi rakamlardan mahkeme masraflarını düşünce kazanmış olmanın buruk sevincini yaşıyor. Fakat firma herhangi bir şekilde sarsılmıyor, uslanmıyor, dersini almıyor. Yani kaybetmiyor. Üstelik burada ödeyeceği maddi tazminat firma için devede kulak...
İşte bunun tek sebebi tamamen hukuki yaptırımların yetersizliğidir. Mahkeme görevini yerine getirmenin rahatlığını yaşayıp bir dosya azalttı, siyasetçiler hazırlattıkları ve kamuoyu ile paylaştıkları olumlu verilerle çıkarmış oldukları yasaların altına attıkları imzaların haklılığını ispatladı, kazanan ise kazandığını zannederken, adalet peşinde koşarken kaybetti. Ayrıca bu herkesin bildiği fakat kimsenin müdahale etmediği kokuşmuş bir sistem.
Ve bir daha söylemek istiyorum ki garip olan adaleti arayanların bulduklarını zannettikleri an kaybetmiş olmaları.
**
Soruyorum SOSYAL DEVLET bu mu?
Düşündüm. Ciddi bir yaptırım nasıl uygulanabilir diye?.. Biraz araştırınca baktım ki Ülkemizde Devlet eliyle firmalara sunulan kolaylıkların tamamına yakını firmaların girişimleriyle, personel istihdamlarıyla doğru orantılı. Derecelendirme kurumları sadece ekonomik kaygıların giderilmesi noktasında mali verilerin doğru bir şekilde kayıt altında tutulmaları üzerine kurulu. Devlet eliyle yapılan, resmileştirilen, kamusallaştırılan hatta kurumsallaştırılan sosyal bir girişime hiç rastlamadım. Sonra dedim ki kendi kendime Meclise Kurumların Marka değerleri üzerine inşa edilmiş, İlgili Bakanlıkların(Adalet Bakanlığı, Aile Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı vs.) denetiminde, anlık verilerin yüklendiği ve anlık takiplerinin yapılabildiği bir sistem kurulsun diye yasa teklifi versem. Özel Sektörün Kurumsallaşmış tüm şirketlerinin bu yapıya otomatik olarak dahil edilmelerini istesem.
İşletmeler Çalışanların sosyo-ekonomik durumlarına öncelik vererek, yaşam standartlarının YÜKSELTİLMESİNE yönelik girişimler prensibince takibe alınsalar ve salt istihdam desteği yerine periyodik olarak ilgili bakanlıkların incelemeleri doğrultusunda denetlemeye tabi tutulsalar. Millet iradesine konulan baraj kaldırılıp buraya alt sınır olarak entegre edilse ve kademelendirilse. Yapılan bu denetlemelerin sonuçlarına göre belirlenen oranın altında kalanlara cezai işlem uygulanırken, oranın üstünde olanlara memnuniyet derecelerine göre istihdam desteği, kredi desteği, vergi indirimi, ücret desteği vs. uygulansa...
Bu girişim Kurumların Marka değerlerini zedelememe uğruna daha insanî biz çizgide, personelin özlük haklarını gasp etmediği, mağduriyet yaşatmadığı bir düzenleme olabilir diye düşündüm.
Emin olun zor değil, imkansız değil, hatta geliştirilebilir.
Yani yeni bir DERECELENDİRME KURULU. Baktım ki bırakın vekil olmayı asgari ücretli bir çalışan dahi değilken kim dinleyecek beni, en azından not diye kalsın istedim.
Kişileri değil, fikirleri konuşabileceğimiz günlerin özlemiyle...
Sevgiyle kalın.