Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olan bir toplum olduk.

Adım adım bizi bu hale getirdiler. Sağ olsun sosyal medya da bize bu konuda büyük bir alt yapı sağladı.

Bilir bilmez her şeye sallayabiliyoruz oradan.

Okumamıştan bahsetmiyorum, diplomalımız da aynı.

Bir bakıyorsun, deprem programında ahkam kesiyor, ceza hukukçusu, siyaset bilimcisi…

“Benim uzmanlık alanım değil” demek işimize mi gelmiyor, “her şeyi bilirim” diyecek kadar megaloman mıyız, bilemiyorum.

**

Doktora gidiyor, google’da öğrendiklerimizden farklı bir şey söylenirse o doktoru beğenmiyoruz.

6 yaşına kadar kendi değerlerimizle yoğurduğumuz çocuğu öğretmene veriyor, başarısız olduğunda öğretmeni eleştiriyoruz.

Maçlarda teknik direktörün oynattığını, oynatmadığını tartışıyoruz.

Depremde evler yıkılıyor, şimdi müteahhit, mühendis avındayız.

Suçlu arıyoruz…

Her konuda fikir sahibiyiz, ama suçlu başkaları

**

Doktor yanlış teşhis koydu, öğretmen çocuğumu yetiştiremedi, teknik direktör yanlış oyuncu oynattı, mühendis yıkılacak ev yaptı…

Sen kimsin?

İşçi, memur, doktor, öğretmen, işadamı, mühendis, emekli..?

Herkesi bu kadar eleştirirken, sen işini doğru yapıyor musun?

Yapıyorum mu diyorsun?

Ama seni de eleştirenler var.  Çünkü toplum olarak kendimiz dışında herkesi eleştirmeye odaklanmış haldeyiz.

Doğrudur; eleştirmek, vatandaş olarak hakkımız.

Ama bu vatandaşlık, sorumluluklar da getiriyor bize…

İşte orada duruyoruz.

Eleştirelim, ama ucu bize dokunmasın

İğneyi kendine batırmak,  elimizi taşın altına koymak” bizim atalarımızın sözü olamaz zaten.

Biz, parayı verenin düdüğü çaldığını, bal tutanın parmağını yaladığını, her koyunun kendi bacağından asıldığını söyleyenlerin çocuklarıyız.

 

**

Doktor öldürdü, öğretmen okutamadı, mühendis yıktı.

Eleştirdiklerimizde bizim payımızı ne zaman konuşacağız?

Doktorun uyarılarını dinlemeyen de, çocuğun eğitiminde kendi payımızı ihmal eden de biziz.

Aldığımız evin üstüne seçim döneminde kaçak kat çıkan da,

Müjde diye açıklanan imar barışını alkışlayan da bizleriz.

**

O çok eleştirdiğimiz siyasetçiler, neden her seçim döneminde seçim rüşveti verme ihtiyacı duyuyorlar?

Neden umut satarak oy topluyorlar?

Çünkü alıcısı var.

Talep olmasa, arz olmaz…

Alıcısı bizleriz…

Biz istiyoruz, onlar da her seçim döneminde satmak için açıyorlar tezgahlarını…

İş sözü, aş sözü, ev sözü, araba sözü…

Çıkarımıza olan şeylerin sözünün verilmesi, hoşumuza gidiyor.

Hakkımız olmayanın bile verileceğini duymak, bizi rahatsız etmiyor.

Hatta pazarlığa oturuyoruz.

Kim daha fazla verirse oyumuzu ona vereceğimizi söylemekte, hiçbir abes görmüyoruz.

**

Bakın; Çevre Şehircilik Müdürlüklerinde binlerce itiraz dosyası bekliyor.

Orta ve ağır hasarlı binalarının az hasarlıya dönüştürülmesi için itiraz dilekçeleri yığılmış.

Bir kısmında amaç net;

Az hasarlıya çevirip, makyajlayıp, satayım.

Satayım ki BEN zarar görmeyeyim…

Alacak kişi altında mı kalmış, kime ne?

Hasarsız belgesini alayım ki suçlu, yetkililer olsun…

**

Evini az hasarlıya çevirdin…

Ama İNSANLIĞIN AĞIR HASARLI, be kardeşim…