Öğrencilik yıllarımızda Din Kültürü ve AHLAK BİLGİSİ dersleri alırdık.

Din ve ahlakın ayrı düşünülmesi abesti.

Sûreleri ezberlerdik. Ama Peygamberimiz Hz. Muhammed’in tevazuundan, Hz. Ömer’in adaletinden, vicdan ve merhamet örneklerinden, ahlaklı insan olmanın gerekleri işlenirdi zihinlerimize…

Fatiha’yı, Sübhaneke’yi anlamını bilmeden ezberledik. Ama İslam’ın “Hoşgörü Dini” olduğunu iliklerimize kadar hissettik.

**

Sizler ortaya çıktınız, Ahlak Bilgisi’ni gerilere ittiniz…

Hoşgörü Dini’ni, “Haram-Helal” ile tasvir etme yanlışına düştünüz.

Ahlakı es geçip, kandillerde, mübarek günlerde, cennet için bonus toplanan bir din yorumunu koydunuz önümüze…

Nerede yazıyorsa, Berat Gecesi’nde kılınan namazın sevabının, ömür boyu kılınacak nâfile namazların sevabından fazla olduğunu dile getirdiniz. Sevapta promosyon da yaptınız, yani…

Ama iyi olmanın, erdemli olmanın, adaletli olmanın, hak yememenin sevabını, ağzınızda gevelediniz sürekli…

**

Bu vatan için, toprak için şehit olanları cennetle müjdelediniz de bu vatan için çalışmanın, bu ülkeyi kalkındırmanın, insanlığa hizmet etmenin sevabını, duyamadık mübarek ağızlarınızdan.

İslamın, düşünce hürriyetini ve hoşgörüyü savunduğunu anlatmak yerine, haram ve helallerle anlatmayı seçtiniz İslamiyet’i…

Allah sevgisiyle değil, cennet mükafatı ile iyiye yönlendirmeye çalıştınız.

**

Hoşgörü dini “İslam”ın Arapça’da aynı zamanda “Barış” anlamına geldiğinden hiç bahsetmediniz mesela.

Çünkü barış, insanlık ile barışmak demekti, bütün canlıları sevmek demekti, siyaset yapmamak demekti, insanları yanlış yönlendirmemek demekti.

Mustafa Sabri’den beri devam eden Atatürk düşmanlığını bitirmek demekti.

**

Bu 29 Ekim’de de bu ülkenin, bulunduğunuz kurumun kurucusu Atatürk’ü anmaktan imtina ettiniz.

Temsil ettiğiniz dinin “Ölülerinizi hayırla yad ediniz” hadisini, konu Atatürk olunca sürekli unuttunuz.

Aslında Atatürk olmasa, “Kur’an Türkçe mi okunmalı, Arapça mı okunmalı” tartışmasını bile yapamayacağınızı, kendinize bile söylemekten korktunuz.

Ama siz görmezden gelmeye çalışsanız da fırsat buldukça saldırsanız da bu milletin kalbinden sökemiyorsunuz O’nun sevgisini. Her defasında alıyorsunuz dersinizi.

Çünkü bu millet günahı-sevabı bildiği gibi, adaleti, merhameti, vicdanı ve VEFA’yı da bilir.

Kimin, milletine ve ülkesine hizmet ettiğini iyi bilir. Çıkarları için görmezden gelmeyi kendine yediremez.

Hakkını vermeyi de bilir yani…

**

Siz, bugün O’nun kurduğu ülkede, kurduğu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tepesinde görev yaparken,

“Baldızla birlikte olmanın nikahı bozup bozmamasına” cevap veriyorsunuz da,

Yıllardır bu milletin “Milli günlerde Atatürk ve silah arkadaşlarının camilerde anılmasını istiyoruz” talebine kulaklarınızı tıkıyorsunuz.

Karidesin haram olmasından, siyasete, sanata, her konuda söyleyecek sözünüz oluyor da Atatürk’e gelince sesiniz kısılıyor. 

**

Diyanet İşleri Başkanlığı için gereken din bilgisini tartışamam Ali Erbaş’ın.

Ancak benim inandığım, öğrendiğim İslam dininin ahlak anlayışı ile O’nunkinin farklılığı ayrıştırıyor bizi.

Temsil ettiği millet, Atasını baş tacı ederken, vefasızlığı yakışmıyor bir din adamına.

Bu farklılıklar nedeniyle, beni ve inandığım dini temsil etmiyor, edemiyor Sayın Erbaş…

Elbet bir gün o koltuktan ineceksiniz ve indiğiniz gün unutulacak isminiz.

Ama siz, bu milletin “Atatürk” sevgisini izlemeye devam edeceksiniz.