Öyle bir şehir ki Gaziantep, sesi kulağına gelen bir şehirdir.  Sayısız kahramanlarımız, sanatkarlarımız, ustalarımız, şair ve yazarlarımız  ayrıca  baklavamız, çiğ köftemiz. kebabımız adına  övünmeyi  değiyor,  Gaziantep’imiz.  Bunu size aşağıda teker  teker anlatmaya çalışacağım diyorum ama, anlatmaya da kalemim yetersiz kalır, diye düşünüyorum. Tamı tamına anlatmaya gücümün yetmeyeceği  kanaatindeyim.

          Geçen yıl 2017 de Çanakkale de gezerken Arkadaşımız Fahri Bulut, arkadaşlar şurada size birer portakal suyu içireyim diye bizi bir küçük dükkana davet etti. Üç kişiydik, içeriye  girdik ve bir masaya oturduk. 3 Kişiye birer portakal suyu getirip önümüze  indirdikten sonra, bir de  hesap kağıdı  masamıza  indi. 3 Portakal  suyuna 27 TL  hesap geldi.  Biz itiraz  ettik ve dedik ki, biz çarşıda birkaç yerde gördük ve içtik. Portakal suyunun fiyatı 2  veya  3 Tl idi. “Garson “Çok haklısınız” dedikten sonra “Siz hangi ilden  geldiniz”? dedi. Biz  “Gaziantep’ten” dedikten sonra,  garson yüzünü bize çevirip, siz, farz et ki,  Gaziantep de,  Güllüoğlu’dan baklava, veya Çağdaştan kebap yediniz. Ara sokaklardaki dükkanların fiyatını mı ödüyorsunuz?  Deyince,  bize söyleyecek bir söz kalmadı ama,  Gaziantep ile de sevincimizi  anlatamayız. O kadar mutlu olduk ki, anlatılır gibi değil. Çanakkale deki bir garsonun, Gaziantep’teki Çağdaşı, Güllüoğlu’nu tanıması ve bize  örnek vermesi, bizi çok şaşırttı. Çanakkale’de, kalenin içinde “Antepli Sirkeci Ali” büstünü görünce o kadar duygulandım ki, Gazi Şehirde doğup büyüdüğüm için bir defa daha mutlu oldum.

        1960 lı yıllarında dini bayramlarda hudut  kıyısında Suriye deki  akrabalarla bayramlaşmaya  giderdik. Bayramlaşma  zamanından önce bize gelen mektuplarda, Suriye deki akrabalar, bizden ne isterlerdi biliyor musunuz?.  Bıçakçı Kasım Ustanın “Kasım Üstüner” kemik saplı bıçaklarından ve şimşir kaşık dediğimiz süslü nakışlı tahta  kaşıklardan  isterlerdi. Aslında Gaziantep deyince akla baklava, baklava deyince de akla Güllüoğlu gelir. Rahmetli Hatice Güllüyü de saygı ve rahmetle anıyorum. Ticaret Lisesinin gece bölümünde, benim  İngilizce öğretmenimdi. Öğretmenliğin dışında bir anne idi. Mekanı cennet olsun diyorum. Şimdi burada baklava ile ilgili bir şey daha anlatacağım.

       Daha emekli olmamıştım. Daire arkadaşlarımdan birisi Şanlıurfa’dan  evliydi. Eşinin amcası İngiltere’ye doktora görmeye  gitmiş. Türkiye’ye dönmemiş, orada bir üniversitede görev yapıyormuş. Şanlıurfa’ya izinli geldiğinde, arkadaşımdan, İngiltere’ye götürmek üzere Güllüoğlu’ndan baklava istiyor. Bir arkadaşımız da, ben  Güllüoğlu’nun yanında çalıştım. Güllüoğlu’ndan baklava kutusu alalım, baklavayı ben evde yaparım, bu kutuların içine koruz  götürsün, ve baklava  Güllüoğlu’ndan desin orada dedi. Arkadaşımız ben amcama söyleyip ondan izin almalıyız,  ucuza çıkacağını da söylemeliyim dedi. Arkadaşımız Şanlıurfa’ya  telefon açtı  ise, amcası fiyat  önemli değil, baklava güllüoğlu’dan olacak demiş. Orada Gaziantepli baklavacıların bir çoğunun adını bizim Türkler biliyorlar. Hepsinin tercihleri Güllüoğlu demiş. Elbette  bizim de  Güllüoğlu ile  övünmemiz gerekir. Gaziantep adına. O zaman biz, baklavayı  Güllüoğlu’ndan aldık. Basbayağı kayda değer bir miktar dı o zaman. Baklava deyince şimdi, Koçak Baklavalarını  ve  Çelebioğlunu da unutursak sözü edilen baklavacılara haksızlık olur diye  düşünüyorum. Ben burada onları da kutluyorum.

       1980 li yıllarda  eski genel kurmay başkanımız ve 7. Cumhurbaşkanımız  Rahmetli  KENAN  EVREN  PAŞA bir televizyon konuşmasında  “Ben Konya ilimizde komutan  iken, askeri araçlarımızın tamiratı Gaziantep’te mümkün oluyordu. Askeri araçlarımızın hepsini  Gaziantep’e gönderiyorduk, tamiratları Gaziantep’te yapılıyordu” demişti. Bu gibi güzellikler Gazi Şehrin marka bir şehir olmasına büyük bir destek ve tasdik değil midir?

       Kültür-Sanat ve Edebiyattan söz edecek olursak, Ömer Asım AKSOY, Mehmet HENGİRMEN gibi dil bilimcilerimiz, ayrıca Mütercim Asımlarımız var. Gaziantep’ten Dr. Ahmet Çevik ile Ahmet Ayaz’ın şiirlerinden bazıları, Azerbaycan da, Azerbaycan  dili ile yayınlanıyor.  Gaziantep’imiz adına anlatacak çok şey var. 1967-1968 Yıllarında Ankara da asker iken,  Mehmet Köyatası  adlı binbaşımız  yüzünü bana  çevirerek “Gazianteplisin, peki Şahinbey’i  biliyor musun”? dedi. Ben “Gaziantepli olup da Şahinbey’i  bilmeyen olur mu?” dedim. Hem de Gaziantep’in  kahramanları sadece Şahinbey değil ki, daha nice kahramanlarımız var dedim. Kimler deyince, ben saymaya başladım. Şahinbey, Karayılan,  Özdemir Bey, Aslan Bey,  ve  daha niceleri deyince, binbaşım boynuma sarıldı  ve benim Şahinim diye höngür  höngür ağlamaya başladı. Peki Şahinbey’in  türkülerini de bilir misin dedi. Ben iki kıta Şahinbey’in türküsünü söyledim.

 Binbaşım Mehmet Köyatası, “Sesin de çok güzelmiş”   diyerek, tekrar boynuma sarılıp,  Şahinim benim diye  beni, hem kokluyor,  hem de ağlıyordu. Adam bir Gaziantep, bir Şahinbey hayranıydı. Nereden, nasıl etkilenmiş ? Onu da bir türlü  bilemiyorum.

         Yazımın başında Gaziantep’imizi anlatmaya kalemimin kafi gelmeyeceğini söylemiştim. Elbette ben bu  yazıma  “Sesi Kulağına  Gelen Şehir” başlığını kullandım. Şimdi aşağıya Azerbaycan da, Azerbaycan dili ile  yayımlanan “TÜRK ŞİİRİNDE  EŞO”  adlı  antoloji kitabının 14  sayfasında yer alan “Son Mektupların Sonu” adlı şiirimi  aşağıya alıyorum. Azerbaycan dili ile alırsam,  anlamakta zorlanacağınızı düşündüm.  Sizler ile paylaşmak da çok güzel bir şey  değil mi?

  SON MEKTUPLARIN SONU

 Haberim yok duruşundan cisminden,

Kaşın, gözün yine öyle kara mı?

Hiç kimseye söz edemem isminden,

Benim gibi kara bağrın yara mı?

İnce ağrı gibi kaldın içimde,

Şekillendin başka başka biçimde.

Ben giderken sevdalılar göçünde,

Bakışların karanlığa çıra mı?

Sana değil kaderime küstüm ben,

Talihimi çiğ ipliğe astım ben.

Diyemedim Felek ile dostum ben,

O’nun ile çoktan açtım aramı.

Ayaz’ım ben, umudumu yitirdim,

Neyim varsa bohça yapıp götürdüm.

Gençliğimi hayallerle bitirdim,

Göç zamanım, bekliyorum sıramı.

 

Ahmet AYAZ