Acısıyla, tatlısıyla geçirdiğimiz bu “Kurban Bayramımızın, ülkemize ve İslam Âlemi için hayırlara vesile olması dileklerimle, “Kurban Bayramınızı” yeniden kutluyorum.
***
DÜN:
Her şeyden evvel şu hususu belirterek başlamak istiyorum yazıma. Dün Antep’te belki de tüm ülkede zengin fakir sokağı, mahallesi diye bir ayırım yok turdu. Bir mahallede ya da sokakta fakirde olurdu, duvar aşılı komşu zenginde…
Bayramlarda hiç kimsenin aklına gelmezdi kenti terk ederek bayramı bir başka mekânda geçirmek. Hele bir mecburiyet hâsıl olmuşsa dahi “hele şu bayramı geçirelim de gideriz ya da geliriz” denirdi.
***
“Farz” derecesinde “vacip” olan bu ibadette asıl olan; hali vakti yerinde olan Müslümanların kestikleri kurbanlarının üçte birini fakir komşularına, üçte birini fakir hısım akrabaya, geriye kalan üçte birini de kendi ailesi için ayırmasıdır.
***
Eskiden yukarıda da dediğim gibi mahalleler, sokaklar “zengin - fakir mahallesi, sokağı” diye ayrılmazdı.
Mesela benim yetişip büyüdüğüm mahallede zamanın zenginlerinden “Ocak ailesi”, “Atay ailesi” gibi zengin ailelerin yanı sıra; (kilimci Ahmet ağa da, suvakcı Mustafa usta da, bakkal Hasan efendi de, kirpiği uzun hoca da otururdu.) bunların aralarında kurban kesenler de olurdu kesemeyenler de.
Ama mahallenin varlıklı aileleri kurbanlarını keser kesmez hemen fakir komşularının gönüllerini hoş ederlerdi.
Daha sonra azaplarının (el ayak işlerine bakan kimseler) – tabii o zamanlar özel arabalar, taksiler nerede? – ellerine kese kâğıtlarına konmuş paylar verilir; hısım akraba arasındaki fakirlere payları gönderilirdi. Bu işleri de genellikle azaplar ya eşeklerle, ya da beygirlerle yaparlardı.
***
Öğleye doğru davulları, zurnalarıyla “aptallar” (günümüzde bu insanlara Çingene ya da roman deniyor) kapıları çalarak “hayırlı bayramlar abim “ diyerek pay isterlerdi. Pay aldıkları kapının önünde kısa bir konser verdikten sonra, diğer kapıya geçerlerdi.
***
İster Ramazan Bayramı olsun, ister Kurban Bayramı, bayram günlerinin tamamında, mahalle ya da sokak sakinlerinin evleri bayram ziyaretine gelenlerle dolar dolar taşardı.
***
Hele çocuklar kapı kapı dolaşarak aldıkları bayram harçlıklarıyla, “bayram yerini” yolunu tutarlardı. Dönme dolaplar, beşikler, salıncaklar derken, “yüksek kahvedeki” Hacivat – Karagöz seyrederek paraları suyunu çektikten sonra evlerinin yolunu tutarlardı.
Bir de o dönme dolap sahiplerinin, salıncakçıların; “yandı ha” diyerek sallanmayı, dönmeyi sonlandırmaları, ne büyük hay kırıklığı olurdu…
Evde öğle yemeği yendikten sonra sırada kendilerine yakın yerlerde oturan hısım akrabanın ellerini öperek para toplamaya çalışırlardı.
Tabi kendilerine uzak yerlerde oturan akrabalara “büyüklerle” gidilirdi. Bunu aksatmak mümkün değildi.
Herkes sülale büyüğünün elini bayramın birinci günü, en geç ikinci günü öpmek bayramlaşmak; onların hayır dualarını almak mecburiyetindeydi. Bunun önemsenmemesi, “adam sende” denilmesi söz konusu değil, düşünülemezdi bile.
***
Yüzde doksan her ev davarını kendi hayatın da keserdi. Elinden gelmeyenler ya da kesmeye artık gücü yetmeyenlerin belli kasapları olurdu. Namazdan çıkar çıkmaz “gelirim” dediği müşterisine gider; söz verdiği müşterilerini bitirdikten sonra da “davar kestiren” diye bağırarak mahalle mahalle dolaşarak, nafakalarını çıkartırlardı.
***
O zamanlar ne oldukları bilinmeyen, kimlere yardım ettikleri meçhul vakıflar, kuruluşlar da yok turdu. Herkes deri ve bağırsaklarını kendilerine en yakın camilere teslim eder, camilerden de “THK” elemanları toplarlardı.
Ya da “deri bağırsak satan” diye sokak sokak dolaşan insanlara bedeli karşılığında satarlardı. Ki; bunu da pek az kişi yapardı. Deri ve bağırsakların satılması pek uygun görülmezdi.
GÜNÜMÜZ:
Günümüzde bu ve buna benzer bir bayram yaşayan var mı bilmiyorum?
Konu komşunun birbirlerini ziyaretleri, küçüklerin büyüklerinin ellerin öpmeleri söz konusu mu?
Apartmanların yarısından fazlası boş. Herkes bir bahaneyle bir şekilde bayram ziyaretlerinden kaçıyor.
“Aman ayol, bizim beyin fakir akrabalarına hizmet edecek ben mi kadım? Yazlığa çeker gideriz; “ne Şam’ın şekeri, ne Fellahın yüzü” bir de onlarla mı uğraşacağım. Yok, öyle şey…”
İşte şimdilerdeki felsefi anlayış bu…
***
Büyük bir iştahla Atatürk ilke ve devrimlerinin tedavülden kaldırılmaya çalışıldığı günümüzde her şeye rağmen bu Bayramların yaşatılacağı inancımla ulusumuzun bağımsızlığının sembolü “CUMURİYET BAYRAMIMIZI” en içten dileklerimle kutluyor,
Bu bayramlar sonsuza kadar kutlanacaktır diyorum.