Eğitim Sen tarafından yasakçı mantıkla ileri sürülen bir başka iddia da bütün okulların imam-hatip okullarına dönüştürüleceği, imam-hatip okullarının sayısının arttırılacağı ve öğrencilerin bu okullara zorla gönderileceği şeklindeki halüsinasyonlarıdır. Bu konuda da bizim iddiamız, cumhuriyet tarihi boyunca toplam ortaöğretim öğrencilerinin % 10-11 kadarının tercih ettiği bu okullara karşı çıkılmaması gerektiği, bu oranda bir talep varsa, yasaklarla ve okul açmamakla bunun önüne geçilemeyeceği, sendikanın bu konuda da insanların seçme haklarına müdahale etmemesi gerektiği yönündeydi. Eğitim Sen bu okulların sayısı ve öğrenci sayısı konusundaki gelişmeleri 28 Şubat darbesini milat alarak başlatmakta ve sayıları abartılı bir şekilde artmış gibi göstermektedir. Oysa gerçek bu okulların talep edilme oranının hemen hemen hiç değişmediğidir. Böyle bir toplumsal gerçeklikte, sendikanın okulların kapanması veya sayılarının azaltılması gibi bir politika izlemesi doğru mudur?
-Eğitim Sen’in yanıldığı bir başka konu da ‘karma eğitim’ meselesidir. 19.Milli Eğitim Şurası’nın da tıkanmasına ve alınan kararların tartışılmamasına neden olan bu konuda bilerek ya da bilmeyerek körler ve sağırlar diyaloğu yaşanmaktadır. Düzenlemeyi savunanlar, karma eğitimin zorunluluk olmaktan çıkarılmasını düşündüklerini, karşı çıkanlar ise karma eğitimin ortadan kaldırılacağını ifade etmektedir. Eğitim Sen’in bu konudaki iddiaları niyet okumaktan ibarettir. Karma eğitimin zorunluluk olmaktan çıkarılması, konunun ortadan kaldırılacağı anlamına gelmemekte, ancak velilere bir seçenek sunulmaktadır. Bu konu daha bilimsel ve daha özgürlükçü anlamda tartışılmak yerine hemen Hükümetin niyeti okunarak açıklama yapılmaktadır.
Laiklik, din eğitimi, başörtüsü, tek tip kıyafetin kaldırılması, okullarda mescit açılması, imam-hatip okullarının ve öğrencilerinin sayısı, karma eğitim ve dinsel simgeler konusunda yasakçı bir anlayışla hareket eden ve yıllar içinde bu konuların tümünde ileri sürdüklerinin aksi yaşanan Eğitim Sen; örgütlü olduğu işkollarında örgütlülük oranı ve üye sayısı gittikçe azalan, alanı etkilemekten uzak, söyledikleri dinlenmeyen, eylemlerinin etkililiği ortadan kalkan, eğitim alanında ya da sendikal alanda alternatif politikalar üretemeyen, Hükümet politikalarına karşı olmaktan başka kendi hegemonya projesini üretemeyen bir yapıya bürünmüştür. Tabi bu duruma gelinmesinin başkaca nedenleri olmakla birlikte, laiklik konusunda sıraladığımız yasakçı anlayışın büyük etkisi bulunmaktadır. Tarihinde görkemli eylemler örgütlemiş bir sendikaya, ‘Eşofman giyilmesi’ gibi saçma bir eylem bile yaptırılabilmiş, neyse ki ‘solduyulu’ üyelerin refleksiyle bu konu bir ayıp olarak büyümeden kapatılmıştır.
Eğitim Sen ve KESK, öncelikle bu yasakçı laiklik ya da laikçilik anlayışından vazgeçmeli, din ve vicdan özgürlüğü ve ebeveynleri çocuklarına din eğitimi aldırabilme özgürlüğü konusundaki görüşlerini gözden geçirmeli, sıraladığımız konularda yeniden değerlendirme yaparak özeleştiri vermeli, Hükümetin uygulamaları konusunda sadece karşı olma mantığından uzaklaşarak, özgürlükçülük yönünde alınan kararları desteklemelidir. Daha da ileri giderek, eğitim alanında kendi hegemonyasını oluşturacak ve ilk kurulduğu yıllarda olduğu gibi iki milyon kamu emekçisinin sesi olmaya çalışmalıdır.
Bu kadar eleştiriden sonra neden hala Eğitim Sen ve KESK’e üye olmaya devam ettiğimiz sorulacak olursa; bu sendika ve konfederasyon hala, kamu çalışanlarının ekonomik ve demokratik haklarını en aktif şekilde aramakta; haklar yasalardan önce gelir anlayışını savunmaya devam etmekte; devletten, sermayeden ve siyasi partilerden bağımsız olma anlayışını sürdürmekte; laik, bilimsel ve anadilinde eğitimi savunmanın ısrarla izini sürmektedir, diye cevap veririz.
Kaynaklar
Kahraman, M. (2008) Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye’de laiklik, Mustafa Kemal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı 9, 2008
Kaplan, Recep. (2015). Birleşmiş Milletler Belgelerinde Eğitim Hakkı. TAAD, Yıl:6, Sayı:20 (Ocak 2015).