Kendi yarım küremizde tabiatın yavaş yavaş canlandığı, can bulduğu bir dönemin başlarındayız.

Yani ilkbahardayız…

 

***

 

Gerçi Antep’imiz ve havalisinde pek uzun sürmez ilkbahar günleri. Hani bir şarkı da “baharı görmeden yaz geldi geçti” denir ya; işte öyle bir şey.

Kısa da olsa biz baharın tadını bir şekilde çıkartırız. (Daha doğrusu çıkartırdık.)

 

***

 

Bu Pazar günü…

Sanıyorum Gaziantep kent merkezi tamamen boşalmıştır… En azından köftelik simidini koyan, köfte leğenini koltuğunun altına çalan (Antepli) soluğu herhangi bir piknik (sahre) alanında almıştır.

Diyeceğim ki; birden aklıma yasaklar geldi.

 

***

 

Anteplinin sahre yeri Kavaklık’tı, İncilipınar’dı, Sarıgüllük’tü… Hatta Nurgana’ydı, Humanız’dı, Sazgın’dı…

Ne yazık ki, şimdi bu saydığım sahre yerleri hatıralarda, hayallerde, anılarda kaldı.

Sadece etrafı yasaklarla çevrili: “Seyyar satıcı giremez, bisikletle girilmez” ve de girişlerine “mangal yakmak yasaktır” yaftaları asılmış kavaklık varlığını sürdürmeye çalışıyor.

 

***

 

Ama bütün bunlara rağmen Antepli kendine mutlaka sahre yapacak bir subaşı, bir yeşillik bulur, kilimini açar mangalını yakar, köftesini yoğurur, bir iki yudum rakısını içer.

Ha bu defa da rakı dedim de aklıma geldi. Yalan olmasın ben görmedim. Bir arkadaşın yalancısıyım. Dülük ormanlarında her köşe başına “bu alanda alkollü içki kullanmak yasaktır” yaftası asılmışmış(?)

Yani adam çoluk çocuğuyla sahreye gidecek; kebabını pişirecek, köftesini yoğuracak küfür küfür esen yelin serinliğinde bir iki kadeh rakısını yudumlamayacak.

Hayret bir şey!

 

***

 

Bu Pazar biz de felekten bir gün çaldık…

Yeşilin bütün tonlarının hâkim olduğu; rengârenk bin bir çiçek türü kokteylinde, böceklerin uçuştuğu bir yazlık eve götürüldük. Yıllardır unuttuğumuz bir ilkbahar öğle sonu yaşadık.

İnsanın tüm gailelerinden bir anda arındığı; kuş seslerinden başka sesin duyulmadığı böyle bir ortamda sadece o ananın yaşandığı bir zaman dilimi…

 

***

 

Hele bir de akşamüzeri ki; işte buna tam “akşamsefası” denir. Bitişik komşunun arkadaşlarından oluşan; mükemmel bir musiki topluluğu ki, (makamdan, usulden anlayan) bir topluluk. Nihaventten başlayıp, kürdîlihicazkârdan, sabadan ve de hüzzamdan, segâhtan eserler okumaları, benimde ufaktan ufaktan onlara eşlik etmem canıma can kattı… 

Meğer ne özlemişim böyle bir değişikliği…

 

***

 

Yıllar yıllar önce ailelerin birbirlerinden bu kadar uzaklaşmadıkları zamanlarda hemen her Pazar kamyonlarla sahrelere gidilir; herkes canının istediğince eğlenir, deşarj olur, pırıl pırıl bir ruh haliyle evine dönerdi.

Böyle bir imkânı olmayanlar da Kavaklığa gider; Alleben Deresi’nin şırıltısıyla gönlünce eğlenir; köfte leğenini darbuka yapar çalar, oynar eğlenir evine dönerdi.

 

***

 

Dediğim ya bunlar çok gerilerde; hayallerde, anılarda kaldı.

 

***

 

Yine de: Şairin dediği gibi “GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ, HAYALİ CİHAN DEĞER.”