Bir bayramı daha, şükürler olsun kazasız belasız acısız geçirdik.

Yalnız bu benim için geçerli. Yakınlarım için geçerli.

Ve dileğin tüm ülkeme, nice böyle kazasız belasız acısız bayramlar.

 

***

 

Ölümlerle, yıkılıp helak olanlar oldu.

Hastalıklarla bayramları zehir olanlar oldu… Ama yapılacak bir şey yok. Çünkü yaşamın önlenemez gerçeği bu.

Bu gerçeklerle karşılaşanlara da sabırlar diliyorum.

 

***

 

Bu arada yine liderlerimiz bayram mesajlarında, millete bir cümlelik iyi dilek mesajları verirlerken öbür yandan yine bir birlerinin ele gelir taraflarını koymadılar.

Yapılacak bir şey yok. Çünkü bu da bizim Türkiye’mizin gerçeği.

Hatta…

Kısa bir süre önce kendisinin – kendisi de olmaya bilir. Belki kendi mesai arkadaşlarından birisi – şöyle bir açıklaması olmuştu.

Diyordu ki; “bizler konuşmalarımıza çok dikkat etmeliyiz.” Yani eskilerin tabiriyle ‘iki ölçüp bir biçmeliyiz’ demeye getirdiği sözünün arkasında duramadığını gördük.

 

***

 

Televizyon kameralarının, gazete muhabirlerinin ve ahalinin toplu halde bulunduğu bir ortamda muhterem; şerefine bir şarkı ya da türkü okumak isteyen yerel bir sanatçının okuyacağı şarkıda ya da türküde RAKI kelimesi geçtiği için o şarkı ya da türkünün o yerel sanatçı tarafından okunmasına müsaade etmedi.

Kim bilir belki de bu bir espriydi?

 

***

 

Merak ettiğim o okunmak istenen şarkı ya da türkünün içinde geçen RAKI kelimesinin dinleyenler üzerindeki etkisi ne olabilir? O kelimeyi duyanlar oldukları yerde hemen sarhoş olup kendilerinden mi geçerler? Ya da naralar atarak sağa sola mı saldırırlar?

Ya da aptesli iseler aptesleri mi bozulur?

Bilemedim.

 

***

 

Şu anda yıllar yıllar önce çocukluğum bayramlarının hayalini ve o güzel günlerin – bana göre – güzelliklerini yaşarken; hayal dünyama yeni bir olay girdi.

“Düzce’nin Akçakoca ilçesinde bir otelde kadınlar matinesinde sahneye çıkan kadın sanatçının orkestrasında yer alan erkeklerin görünmemeleri için ya da onların kadınları görmemeleri için sahneye çarşaftan bir paravan konmuş.”

Bahsedeceğim günlerde Antep’e halen apartmancılık gelmemişti. Hemen her evin büyük ya da küçük bir hayadı (avlusu) olurdu.

Yine bahsedeceğim günlerde Antep’te düğün salonları falanda yok turdu. Gelinciler (düğünler) gelinci sahiplerinin Hayadlarında yapılırdı.

Hayadın uygun bir köşesine, gelinci sahibi tarafından kilimlerden oluşan bir paravan oluşturulur, gelincide çalmaları için ücretiyle tutulan müzisyenler (çalgıcılar) bu paravanı arkasında çalarlardı.

Ve gelinciye gelen kadınlar, kızlar çalgıcılardan istedikleri şarkılara türküler uyarak şıkır şıkır göbek atar oynarlardı…

Görünen o ki; 60-65 senede hiçbir şey değişmemiş. Ya da yavaş yavaş ülke 60-65 sene önceye dönmeye başlamış…

Bilemedim…