Birkaç gün önce,  pandemi, uzaktan eğitim, dışarı çıkma yasağı gibi yasaklar arasında öğretmensiz buruk bir öğretmenler gününü kutladık. O kadar heyecansızdı ki… Özellikle bu telaşı kendi torunlarımda aradım ama öğretmenlerine verecekleri hediyenin telaşını sevincini de göremedim. Çünkü öğretmenlerini bile göremiyorlardı. Orta da : “ hediye” denilecek, daha doğrusu alacak güç gibi bir şey de yoktu.

          Ah o öğrenci öğretmen hasretliği, ah o telaş, küçücük parmakların öğretmenlerine verecekleri hediyeyi seçme, özenle taşıma, sunma, birbirilerinin yüzündeki gülücükleri göreme sevinci…  Ah o öğretmen öğrenci aşkı… Ah o duygu yoğunluğu… Hepsinden daha kötüsü birbirlerine sarılamamak o kadar acıydı ki.

         Öyle bir zaman ki uzaktan uzağa bakışamıyorlardı bile…

        İnanın çok üzüldüm…

        Benim öğrencilik yıllarım köy enstitülü öğretmenlerin olduğu dönemlerdi. Okuma yazma oranı ancak %30 veya %40 lardaydı.  1950 li yıllardan 1970 li yıllara kadar ne kadar güzel günler yaşamıştık.

         O yıllarda ilköğretim beş yıldı. 3 yıl orta, 3 yıl lise okuduktan sonra kendi tercihine ve becerine göre meslek seçip üniversiteye kapak atabiliyordun.  Herhalde, iyi seçilmiş, düzgün bir eğitim programından olsa gerek, Allah var iyi de yetişmiştik. Aramızdan “1968 kuşağı” dedikleri, iyi eğitim görmüş bir kuşak çıkmıştı.

        Öğretmenlerde, eğitim programı da öyle kalsın isterdim.

        Öğretmene verilen değer mi?

        O kadar saygın kişilerdi ki… Zarafet sembolleri, örnek aldığımız kişilerdi. Sadece biz öğrenciler değil, velilerimiz bile öğretmenlerimizin önünde kırk kat olurlardı.

         Memurlarımız da saygındı…

         Biri memur mu, ya da öğretmen mi?  Biliniz ki o kişi değerli biriydi. İyi bir eğitim görmüş, söyledikleri dinlenir, gittikleri yoldan gidilirdi.  O zaman biz öğrenciler bile, öğretmen ve memur çocuklarına gıpta ile bakardık. Çünkü öğretmen ya da memur çocuklarıydı… Pırıl pırıl giyindiklerinden olsa gerek, değil öğretmenlerimize, çocuklarına bile saygılıydık.

        Allah var, o saygıyı ben de görmüştüm. Ben de o şanslı çocuklardan biriydim. Çünkü o günlerde bir liyakat vardı. İş ehline veriliyor, hak etmeyen hiç bir şeyi alamıyordu. Öyle bu günlerdeki gibi torpil, ya da kayırmacılık da yapılmıyordu. Öğretmenler, ya da memurlar iyi bir maaş alabiliyorlardı.

          Sonra ne oldu bilmiyorum. 

         Şimdi öğretmenler ve memurlar öyle saygın değiller. Maaşlarının az olmasından olsa gerek eskisi gibi düzgün giyinemiyorlar. Sonra, bir de kıyafet serbestîsi verildi. Kot pantolon giyebiliyorlar. İsteyen istediği biçimde giyinebiliyordu.

           Artık kravat da zorunlu değil…

           Hayat şartları onları o kadar zorlamış ki okullarına derse gider gibi değil de işyerine gider gibi gidiyorlar.

          Öğretmen –öğrenci ilişkileri de bozuldu.

          Hiçbir şey eskisi gibi değil….

          Kanımca öğrenciler de öyle…

          Eskisi gibi iyi yetiştirilmedikleri kanısındayım.

          Onlar da istedikleri kıyafetle gidebiliyorlar.

          Üzülüyor muyum?

          Evet, üzülüyorum

          Ülkesini seven herkes de üzülür.

          Ne oldu da temel değerlerimizden biri ve en önemlisi eğitimi bu kadar horlayıverdik.

          Ne oldu bize?

          Biz neyi kaçırdık?

          Neredeyse; “nerede o eski öğretim programları, nerede o eski öğretim, nerede o eski öğretmenler, nerede o eski öğrenciler “ deyip sokağa çıkıp bağıracağım.

         “ İyiye gitmiyoruz” demek de geliyor içimden. Birileri çıkıp bu gidişe: “dur demeli” de diyorum.