Bu gün, şu lanet olası KORONAVİRÜS denilen beladan bahsetmek içinden gelmedi.
İnşallah en az zayiatla bu belayı ülkem ve tüm insanlık en kısa zamanda atlatır, kurtuluruz!
Bu defa yıllar yıllar önce “GÜZELLİKLER-ÇİRKİNLIKLER” adlı köşemde yazdığım bir güzelliği yeniden yazıyorum.
XXX
Vay, vay “DUZLUCACI ZENGİN” vay!
Gel de gör, o, senin Dr. Abdadir Beyin de yediği, Dr. Mecit Beyin de yediği, DUZLUCA’NIN ne hallere geldiğini.
Acaba ne derlerdi, ne yaparlardı, o insanlar ne olduğu belirsiz bir garabete dönüşen, sözüm ona “DUZLUCA’nın” bu günkü halini görselerdi?
Herhalde rahmetlik DUZLUCACI ZENGİN” çıldırırdı! O titiz insan; çamur haline getirilmiş nohutların insan midelerinin nasıl aldığına akıl erdiremez:
“NOHUD ÖLBESİNİ” DUZLUCASINI (kemik suyuyla lokum gibi pişirdiği tane tane nohudu) bu hale getirenlerin kafalarına geçirirdi.
O yıllarda hemen her evde bir Osmanlı Kadını olurdu. Gençlere akıl hocalığı yapar, yol gösterir, yaptıkları yemekler yenir, sözleri sohbetleri dinlenirdi!
İşte o Osmanlı Kadınları dahi – özellikle, misafirleri için – firik pilavların, pirinç pilavların, doğramaların, kabaklamaların, ufak köftelerin içine konulacak nohutları “DUZLUCACI ZENGİNDEN” aldırırlardı.
Neden? Kendileri akşamdan nohutları ısladıkları ve de pişirdikleri halde nohutları onunkine benzeme, onun ki gibi olmazdı!
Kulplu bir çinko bardak ölçeğiydi. Kâğıttan yaptığı boy boy külahları istenilen miktara göre kullanır; külahların ağzını itinayla kapattıktan sonra müşterisine verir, bir yandan da Dr Abdadir Bey de yiyin bu duzlucadan diye bağırırdı.
Geçenlerde elemanlarımızdan birisi, “falanca yerde bir nohut dürümcüsü var, öyle lezzetli, öyle lezzetli ki anlatamam. İşte şöyle güzel, işte böyle güzel içine şunu da koyuyorlar, bunu da koyuyorlar…
Eleman anlatmakla bitiremedi. Sanki o nohutçunun satış elemanı.
Merak ettim o nohutçuya gittim. Zamansız bir saatte gitmeme rağmen bayağı kalabalıktı dükkân.
Buyurun amca. Bir nohut dürümü verir misin, zerzevatı bol olsun. Paket mi olacak, burada mı yiyeceksiniz? Hayır, burada yiyeceğim.Geçtim kenarda bir masaya iliştim. Tezgâhın üstündeki tabaklarda; acı süs biber turşusu, tere, ikiye kesilmiş limon, plastik kâselerde kırmızı toz biber, tuz, kimyon vs.
Garson ‘buyur amca’ diye önüme pide büyüklüğünde bir kâğıdın içinde, dürümü koydu. Dürümün üstü piyaz, salatayla yemyeşil. Biraz yeşilliği aralar gibi yaptım; ekmeğe çamurdan bir şey sürülmüştü adeta. Üç-beş parça da kızartılmış patates…
Ben nohut dürümü demiştim, hani bunun nohudu diyecektim. Dürümü elime aldım: şunu bana paket yapar mısın?
Paket elime bir poşet içinde tutuşturuldu. Parasını ödedim ve çıktım.
Nasıl olsa bir fakire rastlayacaktım, rastladım da!
Mekanın cennet olsun be “DUZLUCACI ZENGİN”