Son zamanlarda en çok dinlediğim yakınma, annelerin ve genç çocuklarının arasındaki çatışmalardı. Çatışmaların nedeni de yemekti. Evet, yanlış duymadınız yemek anne ve çocukları birbirinden ayıran çatışma konusu.
Yirmili yaşlardaki çalışan gençler yani yetişkin kişiler, kendi istedikleri yemekleri yapmadığı için çalışan annelerine karşı tavır alıyorlar.
Anne her gün mutlaka en az bir çeşit tencere yemeğini ve salatayı sofrasına getiriyor. Ama sevilen yemek olmadığından yenmiyor. Anne ve çocuklarının arasında tartışmalar başlıyor. Ailenin babası da çocuklarına taraf oluyor.
Aile içinde kırgınlıklar, dargınlıklar başlıyor.
Annenin duygular karışıyor…
Çocukları tarafından horlanmak, beğenilmemek anneyi yaşamdan tat almaz yapıyor ve yaşamdan bıktırıyor. Hani anne yüreği olmasa başını alıp gidecek. Ama o anne yüreği var ya anne yüreği aşağılansa bile çocuğunu bırakıp gidemiyor.
Anlattığı ya da anlatamadığı bütün acıları gözlerinden akıyor.
Bizim kültürümüzde toplu yenen yemeklerin, toplu oturulan sofraların özel bir yeri vardır. Öteden beri de, yemeğin aile içinde iletişimi geliştirdiği öğretilmiştir. Bu öğretinin gereği özellikle akşam yemeklerinde aile bireylerinin hepsinin sofrada olması istenir.
Ama istenenler ile gerçekler her zaman örtüşmüyor.
Bir de madalyonun arka yüzü var.
Büyük depremler ya da farklı afetler yaşansa bırakın yemek seçmeyi, tek lokmayı bulabilmek için, insan insanı yer. Bahçedeki it işemiş otu yemeğe mecbur kalır insan.
Çocuklar yetiştirilirken insanın bütün çabasının bir bardak suyu ve bir lokma ekmeği kazanmak-bulmak olduğunu anlatılmalı. Çocuk alın terinin her damlasının bu iki değeri bulmaya aktığını bilmeli.
.
İnsanın yüreği iki ucu belli bir düzlem değildir.
Sevmeleri, nefretleri, hırsları, alışkanlıkları, değer yargıları, önseziler vardır. Kendi doğrularının dışına çıkması da çok kolay değildir. Ama kendi egoları, alışkanlıkları için hiç kimsenin bir yüreği yıkmaya, kırmaya ve yaşamdan bıktırmaya da hakkı yok.
Sevgiyle