Seksenler dizisinde ülkücüler ile solcu gençlerin çatışmalarına da vurgu yapılıyor. Ne dereceye kadar olabilirliği var bilemem ama iki grup ihtilal yapılıp da yakalanarak aynı koğuşta kalmak zorunda bırakıldığında can ciğer kuzu sarmasına dönerler.
Aslında solcuların da ülkücülerin de düşüncesi aynı kapıya çıkmaktadır. İki grup da ülkenin yabancı boyunduruğundan kurtulması için savaş vermek isterler. Ancak her birinin yoğurt yiyişi başkadır.
İhtilal yapmak amacıyla yarayı kaşıyıp sonunda muradına eren Evrangiller onları birbirlerini öldürtecek duruma getirmeyi de başarmışlardı. Önce bunu yapmış, sonra da onlardan kimilerini asmış, kimilerini mahpuslarda çürütmüşlerdi.
Sonra da pişkin pişkin:
“Asmayalım da besleyelim mi?” diyenler de yine onlardır.
Bugün Ergenekon olarak muhayyel bir girişimden dolayı Türk ordusunun büyük paşaları zindanlarda çürütülürken, o ihtilalı becerenler asılmamakta, konfor içinde yaşatılmakta.
Sözüm ona yapılan yargılanmalarında ise ifadeleri, yellene yellene yattıkları yataklarından götüntüsel olarak alınmakta.
Yani zahmet edip mahkemeye kadar teşriflerine bile gerek görülmemektedir.
***
Asılanlardan Dengizgillere yandığı kadar hiçbir şeye yüreğim yanmamıştır sözelimi. Elbette ki gizlice asılan, yok edilen yüzlerce devrimciden sadece üçüdür onlar.
Asılmayıp zindanlarda çürütülen, işkencelerin âlâsı tattırılan yakından tanıdığım bir ülkücüye de çok ezilmiştir yüreğim.
Adı Yılma Duraktır bu Ülkücü’nün. Kocaman beynine karşın küçük bir bedeni vardı. Zayıftı. Yılma, o zayıf bedeniyle onca işkencelere nasıl katlandı aklım alamıyor.
Poliitik yaşamında “Doğunun Ülkücü Prensi” olarak ünlenen Yılma Durak ile 1963-65 yıllarında Amasya’da asker arkadaşlığımız olmuştu.
Öylesine içtenlikli bir dostluğumuz vardı ki, sanki ayrı dünya görüşlerine sahip iki insan değildik. Kan kardeşiydik; can yoldaştık.
***
Ben bu yazımda çayın kıtlama içilmesinden söz edecektim. Söz nereden nereye aktı.
Askerliğimin soruna doğru Erzurum’a gitmem gerekmişti.
Yılma, adresini verdiği babasını ziyaret etmemi istedi. Cumhuriyet Caddesinde Tek Matbaasıydı adres.
Erzurum’a gittim. Baba’yı buldum. Oğlunun asker arkadaşını görmek, sanki oğlunu görmüş gibi sevindirmişti onu. Bana ne ikram edeceğini bilemedi.
Erzurumlu için meğer en makbule giden ikram çaymış. Bana da çay ikram edildi.
Çaycı çayları getirdi. Yılma’nın babası çay bardaklarını pencereye bırakmasını söyledi Çaycıya.
Çaylarımız pencereye bırakıldı.
Ne kadar durdu çaylar orada bilemiyorum. Bana sanki bir yıl kadar uzun zaman geçmiş gibi geldi. İçim de öyle çekmişti ki. Şunu bir an önce içmeye başlasam da sıcak sıcak midem bayram etse,” diye düşünür olmuştum.
Çay uzun zaman pencerede kalınca Yılma’nın babasının onu ikram etmeyi unuttuğunu sandım.
Öyle değilmiş meğer. Erzurumlular çayı kıtlama içerler. O gün bu aklıma gelmedi. Kıtlama çay da sıcak içilmez. Ilıması gerek.
Çayıma ulaştığımda bana sanki buz gibiymiş gibi geldi. Ancak, babanın şekeri kıtlayıp çayını yudumladığını görünce aklım başıma geldi.
Ben de onu taklit ettim. Beceremedim ama… Benim kıtlayacak şekerim hemen bitti. Çayın gerisini şekersiz yudumladım.
Artık yaşamıyor o güzel Baba. Toprağı bol ola.
***
Yılma’ya gelince. O da zindanda değil artık. Sanırım politikadan elini ayağını çekmiş. Geçende bir işporta sergisinde onun mahpushane anılarını anlatan bir kitabını buldum. Sanki kendisini bulmuş gibi saldırıp aldım kitabını.
Bir Yılma Durağın içtenlikli yurt severliğini, halk severliğini düşünüyorum, bir de bugünün, sanki iktidarın gizli koalisyon ortağı gibi davranan MHP’sini.
Gel de üzülme.
Selam olsun diyorum Gaziantep’ten, Erzurum’daki ki o eski dosta. Esenlik diliyorum ona.
Sahi, bu arada sormayı unuttum: Siz hiç kıtlama çay içtiniz mi?
Eee, başarabildiniz mi bari?