Omuzlar Üstünde

 

Bir gün gazetelerde, okurları heyecandan heyecana düşüren bir haber çıktı.

Hayır, hayır, ne miting nutku idi bu, ne seçim müjdesi. Atatürk’ün en güzel yıllarındaydık. İstiklal mahkemeleri bile kapılarını kapatmışlardı. Günümüzün politika heyecanları yoktu o zaman.

Bu haber bir meydan okuma idi. İstanbul’a gelen bir Fransız boksörü, gazeteler bireri mektup yollamış:

“Ben, bütün boksörlerinizi dövdüm. Memleketime döneceğim artık. Eğer, benimle karşılaşmak isteyen başka boksörünüz varsa buyursun!” diyordu.

Ertesi sabah, bu kabadayı mektup, layık olduğu cevabı almıştı. Yağlı güreşin baş şöhretlerinden Mihalıçlı Hasan Pehlivan Fransız la dövüşmeyi kabul etmişti.

Bir hafta sonra, Şehir Tiyatrosunun Tepebaşındaki eski komedi binasını meraklılar hıncahınç doldurdular. Ben de ön koltuklardan birindeydim. Sağımda Eşref Şefik vardı, solumda Osmanlı Bankası müdürlerinden Cemal Tunceli… Savrulacak bütün yumruklar göğsümüze inecek kadar sinirli, telaşlı, heyecanlıydık.

Perde açıldı ve sahneye sinema yıldızı bir genç çıktı. Biraz patik burunlu, ince, güzel bir yüz. Omzunda çok şık, ipek bir robdöşambr. Dövüşe değil, gerdeğe girecek sanki!

Arkadan bizim Milahıçlı Hasan Pehlivan çıktı: Geniş omuzlarına sarı damalı bir peştamal atmış, tıraş kafalı, iyi yüzlü bir dev…

Hakem, ikisine de birkaç cümle fısıldaştıktan sonra şaşkın, ürkek kalabalığa döndü:

“Muhterem seyirciler, dedi, Hasan Pehlivan hayatında hiç boks yapmamış… Hatta hiç boks görmemiş de!... Ne dövüşmesini bilir, ne savunmasını… Fena birkaç yumrukla sakatlanabilir, ölebilir!... Ben bu maçın mesuliyetini üstüme alamam!”

Bir kıyamettir koptu. Ama, asıl kıyameti koparan aşağıdaki seyirciler değil, sahnedeki Hasan Pehlivandı. Milli gururu şahlanmıştı aslanın:

“Ne, diyordu, bu çocuk mu beni öldürecek?...”

Neredeyse bir el ense çekip Fransız boksörünü altına alıverecekti.

Bütün seyirciler, tek ağızdan tek isim bağırıyorlar:

“Eşref Şefik’i isteriz, Eşref Şefik’i isteriz!”

Eşref Şefik alkışlar içinde sahneye çıktı:

“Beyler, dedi, bu, bildiğimiz manada bir spor olmaz. Ama dövüşebilirler. Mademki istiyorsunuz, maçı idare edeceğim.

Sonra, Hasan Pehlivana gitti, nasıl yumruktan sakınacağına nasıl vuracağına dair birkaç usta öğüdü verdi. Ama, Mihalıçlı, bu sözleri dinlemeyi bile erkekliğine yediremiyordu doğrusu.

Düdük öttü ve maç başladı. Hayır, maç değil, bizim pehlivan dayak yemeğe başladı. O ne yumruk sağanağı idi Allah’ım!... Fransız’ın sğlı sollu kroşeleri altında, göğüs, onuz, çene, mehter davulu gibi güm güm ötüyordu!

O dağ adam, külçeleşmişti artık. Gözleri şaşı bakıyor, düştüm düşecek, ayakta sallanıyor.

Derken, belki de maçın kaderini ilan edecek bir yumruktan sonra boğuk acı bir çığlık koptu ve…

Ve Fransız yere yığıldı!

O dakikada, bütün salonun kalbi nasıl durmadı, hala şaşırıyorum.

Ne mi olmuştu?...

Hasan Pehlivanın vücut sağlamlığı, yumruğa dayanıklığı sayesinde Fransız boksörün kolu çıkmıştı!

Halk Mıhalışlı Hasan Pehlivanı omuzlarına aldı, sırtında sarı damalı peştamal, çıplak ayakları havada sallana sallana İstiklal Caddesinden sevinç alkışları arasında geçirdi.

(…)

 

 

Yusuf Ziya Ortaç

  11 Aralık 1958