Gerçekleri esas alarak çıkılan bir yolda karşılaşılan gerçekler bize bazen gerçekten de zor gelir (!)

 

          Söyleme anlatma ihtiyacı hissederiz. Sesimizi duyurmak isteriz duyması gerekenlere..

 

          Suçlarlar bizi:

 

         Bir bakmışız ki;

 

         Sağcıyız

 

         Solcuyuz

 

         Irkçıyız

 

         Yağcıyız

 

         Yobazız

 

         Dinciyiz

 

         Atatürkçüyüz

 

         Devrimciyiz…..

 

          Her şey, her yakıştırma bize mübah…

 

         Niye; gerçeği söylemişiz çünkü..

 

          Demek ki, her gerçek her yerde söylenmediği gibi, bir de söyleyiş tarzı varmış…

 

X

 

         Padişahın biri tüm kahinleri toplayıp kehanette bulunmalarını istemiş. Kahinler sıkıntıya düşmüş, padişahın dört oğlu var, dördü de ölecek. Padişahın tahtına kendinden sonra geçecek bir tek erkek evladı bile kalmayacak.

 

         Söylemişler üzüntüleriyle birlikte tek tek: Padişahım çocuklarınız ölecek diye. Padişah her diyenin kellesini vurdurmuş cellada.

 

         Nafile…

 

         Gerçek bu.

 

         Derken bir tek yaşlı kahin kalmış geriye…

 

         Yaşlı kahin de aynı şeyi görüyor, ama o şekil söylerse onun da kellesi gidecek…

 

         “Çok şanslıymışsınız padişahım, çocuklarınız da Allahın sevgili kullarıymış. Öyle görüyorum. Allah çocuklarınızın hiçbirine sizin acınızı tattırmayacak, babalarını kaybetmenin acısını hiç tatmayacaklar Der ve kurtulur.

 

         Aynı şey, ifade şekli farklı.

 

X

 

         Medresede eğitimini alan bir hoca adayı, hocasından izin alıp artık derslerini tamamladığını ve kendisinin de gidip ders vermek istediğini insanlara böyle faydalı olmak istediğini söylemiş hocasına. Hocası karşı çıkmış, ders olarak tamam fakat siyaset olarak eksik kaldığını anlatmış.

 

         Boşuna, kafaya koymuş ya ille de gidecek.

 

         Ne işim var benim siyaset yapmayla deyip yola koyulmuş.

 

         Bir Cuma günü köyün birinde vaaz dinliyormuş. Bir de bakmış ki vaazı veren hoca yanlış anlatıyor insanlara dini. Hemen atlamış, “hoca efendi demiş, ters anlatıyorsun, insanlar dini yanlış bilecek. Kendinize gelin ve doğru olan şeyleri anlatın”

 

         Cemaat şaşkın,

 

         Fakat hoca biliyor işi, cemaat oradaki bir yabancıya değil kendine inanacak, bunun bilincinde..

 

         “Sus bre kafir sen ne diyorsun, ey cemaat bu adam dinimize dil uzatıyor, katli vaciptir”

 

         Adam canını zor kurtarmış, varmış tekrar medreseye dersini tamamlamış ve aynı yere tekrar gitmiş. Bakmış hoca da aynı, cemaat da aynı vaaz yine yanlış. Kalkmış ayağa:

 

         “Ey cemaat, bu hoca nasıl bir alimdir böyle, ne mübarek bir insandır, bu mübarek insanın saçından sakalından bıyığından bir tel alan cennete gider”

 

         Salmış cemaatı hocanın üstüne, hoca olmuş yolunmuş tavuk gibi…..

 

         İşte siyaset.

 

X

 

         Demek ki, her gerçek her yerde söylenmediği gibi, bir de söyleyiş şekli varmış. Yoksa halimiz duman, ya genç kahinler gibi kellemiz vurulur, yada acemi hoca gibi katlimize ferman çıkar.