Birçok tarihçi Osmanlı Devleti’ni feodalizm, ticari kapitalizm ve sanayi kapitalizmi gibi tarihsel gelişim süreçlerini tam olarak yaşayamadan çarpık bir kapitalistleşme süreci geçirdiği şeklinde yorumlar. Bu sürecin sonucunda da feodalizmin hiç yaşanmadığı, devletin asker-sivil bürokrat seçkinci tabaka tarafından yönlendirildiğini ileri sürerek, Cumhuriyet’le birlikte kapitalizmin devlet eliyle geliştirildiği sonucuna varır.

Bizim bu konudaki anlayışımız, Osmanlı Devleti’nin de  her ne kadar Avrupa’da yaşanan feodalite kadar ve Avrupa ile aynı tarihsel süreçte olmasa da, feodal bir birikim süreci yaşadığı, feodal birikim süreciyle iç içe de olsa ticari kapitalizme evrildiği; sürecin gelişimi ve uluslar arası sermaye ile eklemlenme süreciyle birlikte sanayi kapitalizmine doğru yol aldığı şeklindedir. Bu tarihsel süreçleri tam olarak Avrupa, ABD veya dünyanın diğer sanayileşen ülkeleri ile aynı anda ve aynı şekilde yaşaması zaten olağan bir durum değildir.

18. yüzyıla gelindiğinde merkezi otorite zayıflarken, tımar sahiplerinin oluşturduğu mahalli büyük toprak sahibi ayanlar güçlenmeye başlar. 1770’lerde ayanlar kendi vergilerini belirleme, toplama ve kullanma hakkını elde eder.

Bu dönemde üretim süreci ve üretim ilişkileri alanında feodalizmden, ilkel birikim ve giderek de yaygın birikim sürecine doğru yönelim başlamıştır. Altyapısal ilişkilerde yaşanan bu değişim ve gelişimler, üstyapısal ilişkilerde kendini, bu değişimin taşıyıcısı olan burjuva sınıfını ve bu sınıfın ideolojisi olan modernleşme hareketlerini oluşturmaya başlamıştır.

İşte bu anlamda Osmanlı’da ilk modernleşme çabaları 18.Yüzyılın başlarında başlamış, bu dönemde Avrupa ile ilişkiler geliştirilmiş, askerî ıslahat ve askerî eğitim alanında önemli çalışmalar ortaya konmuştur. Bu bağlamda ilk açılan okul Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn adlı deniz mühendislik okuludur.

Özellikle 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Osmanlı kuvvetlerinin Habsburg ve Rus orduları karşısında artan etkisizliğinin görülmesi askeri ıslahat çalışmalarının hızlandırılarak askeri okulların açılmasına neden olmuştur. Bu bağlamda ilk açılan okul Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn adlı deniz mühendislik okuludur (1776). Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn adlı kara mühendislik okulu ise bilahare açılmıştır (1796). Bunların ardından Askerî Tıbbiye (1827) ve Harbiye Mektebi'nin (1834) açılışları gerçekleşmiştir.

Pratik bilgilerin verildiği ve doğa bilimlerinin öğretildiği, kurumsal varlığını bugüne kadar koruyan Mühendishane-i Bahr-i Hümâyûn adlı deniz mühendislik okulunda matematik, geometri, Fransızca (1842’den itibaren İngilizce ) gibi çağdaş deneysel ve pratik bilimler okutuluyordu. Bu okulu, Nizam-ı Cedid birliklerine subay ve askeri mühendis yetiştirilmesi amacıyla açılan Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn adlı kara mühendislik okulu izlemiştir. Bu okulda da benzer dersler okutulmuştur.

Bu okulların tümü İstanbul^da Haliç tersanesinin çevresinde kurulmuş olup, bazı hocalar bazen birden fazla okulda derslere girmekteydi. O dönemde Osmanlı’da henüz modern ilköğretim sistemi olmadığı için bu okullara kabul edilen öğrenciler öncelikle okuma-yazma dersi alıyor ve temel bilgileri ediniyorlardı.

Kapitalist ilişkilerin filizlenmeye başlamasıyla birlikte modern ilköğretim sisteminin de 19.yüzyılın ortalarından itibaren kurulmaya başlandığını söyleyebiliriz.

 

Kaynaklar

Muzaffer ALBAYRAK Kevser ŞEKER (2014). ARŞİV BELGELERİNE GÖRE OSMANLI EĞİTİMİNDE MODERNLEŞME

 Selçuk Akşin SOMEL (2019). Osmanlı’da Eğitimin Modernleşmesi. (1839-1908)