Atılıyor ne, diye geliyor insanın aklına!

Bu tabirin; tam olarak ne, ne anlama geldiğini, dilimize nasıl ve ne şekilde, neden girdiğini bilmiyorum.

Bildiğim…

“Ben bu işin ehliyim” diye talip olduğu işin kendine tevdi edilmesinden bir süre sonra “ehliyim” diye başladığı işi başaramayan; elindeki işi içinden çıkılmaz hale getiren ve de işi yarım bırakarak gidenler, için…

Ya da mutlaka yenerim diye güreşe tutuştuğu rakibi karşısında tutunmayarak güreşi terk eden güreşçiler için…

Ya da rakibimi öldüresiye döveceğim diye ringe çıkan boksörün bir iki raunt sonunda ringden kaçması durumunda…

Kullanılan bir tabir olarak biliyorum!

Dediğim gibi gerçek anlamının ne olduğunu bilmediğim bu tabir, durup dururken akılma takıldı.

Büyüklerimiz her ne kadar, “ülkemizde EKONOMİK bir problem yok” diyorlarsa da:

Yükü taşıyan; kapasitesinin üstünde taşıdığı yükün altında ezilen, ter döken HAMALDAN ya da diğer YÜK TAŞIYICILAR kadar yükü TAŞITANIN bilmesi mümkün mü? Elbette değil!

Günümüzde taşıdığı, taşımak mecburiyetinde olduğu yükün altında ezilen fakir-fukara, amelelik ederek, vasıfsız işçi olarak çalışarak,  üç kuruş için akşama kadar ter döken amirinin kahrını çeken; kazandığı üç kuruşla pazara gittiğinde de “elim hamur, karnım aç” türünden alması gerekenleri tam olarak alamayan aldıklarının ödemesini yüreği yanarak ödeyen…

BİLİR!

Bu ülkede EKONOMİNİN nasıl cayır cayır yandığı! Fakir- fukarayı nasıl cayır cayır yaktığını.

Dünkü yazımda da bir nebze temas etmiştim, demiştim ki; bizim kültürümüzde örf ananelerimizde MAHREMİYET diye bir kavram var.

Ve…

Mahremiyetimiz:

McKinsey (Kinzi) diye okunan bir Amerikan şirketinin denetimine verildi…

Neden?

Bir yandan tasarruf diyelim, diğer yandan da; duyduğumuzda bizim gibi cahil cühelanın dudaklarını uçuklatacak bir ücret ödeyelim, AMERİKALI şirkete!

Tabii bütün bunlara bizlerin aklımız ermez, ancak büyüklerimizin akılları erer!

Osmanlı’nın çöküşünü çabuklaştıran DÜYUN-U UMUMİYE…  Yani BORÇLAR İDARESİ denilen ve de Osmanlı’nın borçlarını denetleyen ecnebilerin katakullileriyle ülke ilk yabancı denetimini yaşamış ve bir çöküş çabuklaşmıştı!

Oysa yıllar yıllar önce, ülkemiz Atatürk döneminde, bilindiği gibi savaştan çıkmış fakirlikle boğuşan bir ülke olmamıza rağmen Atalarımızın borçlarını şerefimizle kuruşu kuruşuna ödemiştik.

Daha sonra çok partili dönemde “keseden yemeye” yeniden başlanarak sefahat dönemi yeniden başlatıldı.

Bunun sonucunda da, İMF Komiserliği belası başımıza sarıldı!

İMF belası, aklımızı başımıza toplatmamış olacak ki, bu gün ülkenin mali politikamızın mahremiyetini bir yabancı kuruluşun insafına bırakıyoruz…

Ne denir?...