Gaziantep tarihin her döneminde iskan görmüş ve onlarca medeniyete ev sahipliği  yapmıştır. Bulunduğu coğrafi konumundan dolayı uygarlıkların kesişme noktası olan Gaziantep, tarihin en eski dönemi olan Paleolitik çağ izlerinin görüldüğü önemli bir merkezdir. Gaziantep’te yerleşim, Dülük’ten sonra, Kalkolitik dönem izlerinin görüldüğü Merkez Höyük olarak adlandırılan, Roma döneminde bir gözetleme kulesi olarak yapılan, günümüzdeki şeklini Kaleler Mimarı olarak bilinen Bizans İmparatoru Justaniaus döneminde alan Gaziantep Kalesi çevresinde şekillenmiştir. Çin’den başlayıp, Orta Asya’da birden fazla güzergahı izleyerek Anadolu’dan geçen, Trakya üzerinden Avrupa’ya kadar uzanan Tarihi İpek Yolu’nun bağlantı noktaları üzerinde yer alması Gaziantep’in önemini arttırarak, fiziki bakımından da gelişmesini sağlamıştır. Antepli olduğu için ‘Ayni’lakabıyla anılan Bedreddin Mahmut Antep’i bağlar ve bostanlarla çevrili, güzel çarşılara sahip, zahire ve meyvesinin bol olduğu, hisarının muhkem olduğu bir şehir olarak bahseder. Burada dokuz cami, yüz yirmi mescid, yirmi hamam ve on beş medrese bulunduğunu, pek çok ilim adamının da burada bulunmasından dolayı Antep’e ‘’ Küçük Buhara’’ denildiğini belirtir.  Osmanlı dönemindeki adıyla “Ayıntap” tarihi süreç içinde çok çalkantılı dönemleri olmuş ama kültür ve medeniyet alanında önemli merkez olma özelliğini hep korumuştur.

Evvel zaman içerisinde ilim ve irfan merkezi olan ve adı ‘’ Küçük Buhara ‘’ olarak geçen Gaziantep’te’ Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde ve İstanbul’da  çok iyi bir medrese eğitimi alan ve aldığı eğitimi  1899 (H.1317) ) yılında Zülkadiriyye Medresesi’nin boş arsasına üç dükkân ve dükkânların üstüne de kütüphane ile Hafz-ı Kutub (kütüphane görevlisi odası) ve okuma salonu yaptırıp vakfetmiş, ayrıca 600 cilt kitap bağışlayarak taçlandıran Abdullah Edip Efendi…

Abdullah Edip Efendi

Bir şehre, şehir kimliği kazandıran, amaçları uğruna yaşayan ve üzerinde medeniyet kuran insanlardır. Gaziantep bu anlamda geçmişte büyük âlimlerin yetiştiği müstesna şehirlerden biri olmuştur. İşte böylesi müstesna âlimlerimizden biri olan Bülbülzade Abdullah Efendi olup ( H. 1272) 1856 yılında Gaziantep’in Çukur mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Mustafa Efendi’den tedris ve tahsil görmüş âlim bir zat olup, annesi ise babasının Mekke’de evlendiği Âlime Hatun’dur.

Abdullah Edip Efendi ilk tahsilini aynı zamanda bir müderris olan babasından yapmıştır. Daha sonra babası tarafından mahallelerindeki medreseye gönderilmiştir. Abdullah Edip Efendi buradan aldığı eğitimle yetinmeyerek o dönemde meşhur bir eğitim merkezi olan Maraş’taki Beyazıt medresesine geçmiş ve burada iki yıl ders okumuştur. Oradan hemen Kilis’e geçerek ünlü mantık ve felsefe hocalarından Hocazade Abdullah’tan iki yıl mantık ve felsefe dersleri almıştır. Abdullah Edip Efendi’nin öğrenim tutkusu dinmek bilmemektedir. Artık bulunduğu yerler kendisine yetmemektedir. Bunun üzerine Kayseri’ye geçmiş ve Eski Saray medresesinde Müftü Ahmet Mesut Efendi’nin derslerine 4 yıl devam etmiş ve (H.1299) 1882 yılında 27 yaşında buradan icazet almıştır.

Abdullah Edip Efendi Anadolu’dan alacağını aldıktan sonra imparatorluğun merkezi olan İstanbul’un yolunu tutmuş ve ilimle olan yolculuğuna burada devam etmiştir.İstanbul’da Ayni Vahid ve Hafız Şakir adlarındaki zamanın büyük âlimlerinin derslerine katılmıştır. (H.1302) 1885 yılında zamanın üniversitesi olan Dar’ul Funun’a alınacak 15 öğretim üyesi için açılan sınava girmiş ve katılan 300 kişi içinde 2. olacak imtihanı kazanmıştır. Bu başarısından dolayı İstanbul Fatih Medresesi’nde (Molla Camii) ders vermek üzere müderris olarak atanmıştır.

Abdullah Edip Efendi Antep’e geldikten sonra Antep’te bulunan Zülkadiriyye ve Mihaliye Medresleri’ne müderris olarak atanmıştır. Burada bir yandan müderrislik yaparken bir yandan da vakıflar idaresi ve Maarif (Eğitim ve Kültür Bakanlığı) Komisyonları’nda çalışmıştır.