Elveda, hoşçakal demektir. Bu sözcüğü elveda ettim diye kullanamazsınız ama ne yazık ki böyle kullanan sunuculara, spikerlere, yazıncılara da çokça rastlamak olası.
Vedalaşmayı hiç sevmem. Ne var ki zorunlu ayrıklar oluyor yaşamda.Örneğin bir daha görüşme umudunuz olmayan bir ayrılık sırasında elveda diyebiliyorsunuz dostlarınıza.
Sevgiliye elveda demek de olası. Yollarınız ayrıldığında birbirinizin gözünün yaşına bakmadan vedalaşırsınız.
Memleketinizi terk etmek zorunda olduğunuzda da öyle.
Belki geride gözü yaşlı birilerini bırakırsınız. Ya da siz geride kalanlar için gözyaşı dökebilirsiniz. Sonuç olarak ayrılırsınız onlardan.
En büyük ayrılık bu dünyadan göçünü toplayıp gitme ayrılığıdır. Yahya Kemal ne güzel anlatmış Sessiz Gemlisinde o ayrılığı:
“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu.
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.
Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden.
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.
***
Peki Cahit Sıtkı Tarancıya ne diyeceksiniz:
“Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.”
***
Şiir Defteri’ne şu dizeleri yazmış adını gizleyen bir şair de:
“Her canlı bir gün ölümü tadacak
Her şeyini bu dünyada bırakıp
Sonsuzluğa göçüp gidecek
Ne önemi var malın mülkün…”
Önemi yok malın mülkün, dedik de kefenin cebi olmadığını anımsadık. Vehbi Koç’a atfedilen bir anekdot geldi alımıza.
Baba Koç, ölüm döşeğinde oğluna bir zarf uzatır.
“Bunun içinde sana söylemek istediğim son sözüm var Rahmi. En çaresiz kaldığın zaman aç, oku. Sonra da eklemiş. Bir de mezara çorabımla gömülmek istiyorum. Bunun da gereğini yaparsın artık.
Baba koç ölmüş. Oğul Koç babasının son isteğini yerine getirmek için cenazenin çorabıyla gömülmesini istemiş ama bunu hiçbir imama kabul ettirememiş.
Oğul çok iyice bunalmış. Babasının verdiği zarf gelmiş aklına. Açtığı zarfın içindeki mektupta bunlar yazılıymış:
Oğul, bu dünyadan bir çift çorapla gitmeme bile için çıkmadı. Var gerisini hesap eyle artık sen. Bunu unutma, mala mülke tapıcı olma. Hiçbir şey götüremiyorsun bu dünyadan, unutma.”
***
Sözü döndürüp dolaşıp kendi vedamıza getireceğiz:
Ne zaman gideceğimiz belli olsa, iş kolay ama belli değil. Gitmeden evimde 24 saat beraber olduğum bana eş, arkadaş dost olan eşyalarıma, çiçeklerime, pencereme konan beslediğim güvercinlere hoşça kal demeden gitmekten korkarım.
Sessiz sadasız, vedalaşmadan gidersem ne derler arkamdan? Acaba onlar da benim kendilerini bir daha göremeyeceğim için duyacağım acıyı duyarlar mı? Yoksa vefasız, bir hoşça kal, bile demeden ortadan yitti” diye bana sitem mi ederler?
Şimdiden elveda desem onlara, kabul ederler mi acaba?