İnsanoğlu, bir otoritenin yönetiminde her zamankinden daha güvende hissetmiştir. Tabi devletin belirlediği sınırları aşmamak şartı ile. Bireyin özgürleşme alanı genişledikçe güvenli bölgeden o kadar uzaklaşır. Özgürlük neleri yapabileceğin ile ilgili olsa da otorite neleri yapmayacağını anlatır ki aslında yapmak istediklerin unutulur. Burada toplumda var olabilmek için bireyin kendiyle olan yolculuğunda onun düşüncelerini özgürleştirmek adına okuduğu kitaplar ve yeni öğretileriyle sistemdeki sorunlarla meşgul olmaya başlar. Ne kadar çok bilgi o kadar çok soru demektir. Sorgulama yolunu seçen birey özgürlük alanını terk etmek üzereyken otorite bu riski ortadan kaldırmak adına hamleler yapar. Ahlak, ekmek, vicdan gibi bireyin duygusal dokusunu bozabilmek adına din ve milliyetçilik kavramının popülerliğini arttırır. Yakın tarihe bakıldığında özgürlükler baskı rejimlerine karşı hep galip gelmişlerdir. Tarihin gördüğü en güçlü devletlerden biri olan İngiltere bile ‘Magna Carta’ ile halkına denetlenme yetkisi vermek zorunda kalmıştır. Neden vergi veriyorum? sorusunun cevabını almak hepsi bu. Vergi vermek otoriteyi tatmin ederken, vergilerinin nereye harcandığını bilme hakkı özgürlük alanında büyük bir devrim yaratmıştır. Otoritenin alanını kısıtlanması anlamına gelen bu anlaşma gibi onlarca yazılı metin ile dolu olan tarih rafları bizi şunu gösterdi. Özgürlük durmadan genişleyen bir olgudur. Sınırlarını belirleyemeyeceği gören sistem, önüne setler kurup durumu yavaşlatmaya çalışmaktan başka bir çare bulmamıştır. Özgürlük nedir sorusuna Jean Jacgues Rousseau şöyle yanıt veriyor:

‘İnsanın özgürlüğü, istediği her şeyi yapabilmesi değildir. İstemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır’

Eğer yaşadınız ülkede size neyi yapmanız gerektiğini değil, neyi yapmamanız gerektiği konusunda methiyeler düzüyorlarsa siz özgür değilsiniz. Siz bu sürünün bir parçasısınız. Bu sürüden ayrılmak sizi daha özgür kılmaz. Ama özgürlük adına bir adım atmanızı sağlar. Bir adım her şeyi değiştirebilir.