Çocuk gülüşlerimiz vardı bizim. Büyüme endişesi olmayan.

Biz büyüdük mü ne? Baktık ki bize kartopu içine taş saklayıp atan çocuklarda büyümüş. Kahretsin!

Mahallenin gülüydük biz. Sokak kedilerine evlerden süt taşıyan, karnede birkaç zayıfı olduğu halde sallaya sallaya takdirname varmış gibi eve koşan, kulaklarımıza kadar ağzımızla sıcak sobanın arkasına kıvrılan biz. Annemizin devirdiği suratıyla “karnede zayıf iyi bir şey değil miş heralde” diyebilen masum çocuklardık. Bir iki yaş bile büyüklerin sır konuşuyorlar diye aralarına almadıkları arafta kalmıştık. Yollar boyu koşardık da nefesimizi tüketemezdik. Spor ayakkabımız eşofmanımız yoktu bizim. Rica minnet başkalarından alırdık. Beden dersi için değil. Derste en saçma salaş kıyafetleri giyerdik zaten. Spor adına başarı gösterdiğimiz takımlarda kıyafet rezili olmamak içindi. Kola içmek büyük lükstü. Şimdiki kolaların tadı mı değişik hasret mi yok bilemedim. O kola bu kola değil yine de. Teybimiz vardı da kasetimiz yoktu. Ödünç bile almazdık başkasının kasetini. Sonra dolaşır molaşır hadi kalemle geri sar. “Emanetin canı burnunda olur” derdi annem. Aldırmazdı kimseden hiç bir şey. Biz bizimse yer bizimse kullanırdık. Başkasının ne elbisesine sırtımızı, ne parasına cebimizi nede sevgisine yüreğimizi alıştırmadık. Bizim olanla yetinmeyi öğrendik. Gün oldu peyniri gün oldu zeytini minik minik ekmeklere katık yapıp yedik.

Büyük hayallerimiz vardı bizim. Kimimiz ressam kimimiz futbolcu kimimiz tiyatro oyuncusu bazımızda yazar şair olmak istiyorduk. Büyüklerdi çünkü ailelerimizin izin vermeyeceği mesleklerdi. O yüzden çok büyüklerdi. Ne kadar çalışırsan çalış izin verilmeyecek olması, kolay ama geçit bileti olmayan meslekler. Kolaydı kolay olmasına yeteneği olanlar istiyordu zaten onları. Zor eden büyüklerdi. Şimdi ki biz gibi..

Büyüyünce büyüklere benziyorsun haliyle. Üzüm üzüme bakarak kararıyor. Büyüyorsun, yaşlanıyorsun.. Ölüm kapıya gelip dayandığında diyorsun “ah ben hayallerimin peşinde koşmadım geldi geçti ahir ömrüm”. Bıraktığın mirasla büyüttüğün çocuklar bugünkü çocukların hayallerini elinden almaya devam ederken sen vicdan azabıyla kıvranıyorsun.

Ne güzel çocuklardık biz. Güneşe çevirdiğimiz rüzgarda dağılmış saçlarımızın yüzümüzü gölgelediği en içten kahkahaları ağız dolusu çığlıklarla patlatan çocuklardık biz.

Yeni mont alan çocuğu hasetinden okul tuvaletinde sıkıştırıp döven çocuklarda büyümüş..

Kahretsin!..

Kabahatimiz olunca eşeğin sudan gelmesini beklemektense yiyeceğin dayağın dozunu artık düşünmeden boş vermişim dünyaya şarkı moduna geçen, yaramazlığın dibine vuranlardık biz. Oyun arasında acıkıp eve koşturup bir bardak su için ciğeri yanmış, yağlı ekmeği kaptım mı anneden birkaç tane de yanındakiler için isteyen gözü karnı tok, helalinden iştahla hele de yağın üzerine reçel sürüvermişse anneler inanılmaz coşku ve sevinçle yanaklarını şişire şişire dünyanın en tatlı yemeğini yiyen çocuklardık. Utandığı zaman yanakları al al kızaran, düşen arkadaşına gülmeyen acısını hisseden, ağız dolusu lafla annesine olayı abarta kabarta anlatan yüreği sızlayan çocuklardık biz. Bayramlarda alınan ayakkabı ayağında, yatağının baş ucunda uyuyan nesil var ya.. Banyo yapmak dertti. O gün dışarı çıkamazsın. Sokak bizim mekanımız, görev mahallimizdi oysa. Evde sıkıntıdan patlayan, yıkanmış çamaşırların kalabalığı içinde nefes almaya çalışan, birde onları katlamak zorunda olan bir nesil olduğumuzdan haftanın pazarını hiç sevemedik. Tanıdık geliyor şimdi ama nedenini bilmiyoruz aslında. Bilinçaltı denen zihnimiz kurguluyor. Yine pazar geldi ve canın inanılmaz sıkılacak. Sende emire itaat ediyorsun ne yaparsan yap canın sıkılıyor. Elimizi ne işe atsak gül bahçesine çevirdik. Hakla hukukla dolduruldu kulaklarımız. Bir yumurta çalan büyüyünce daha büyük çalar dediler. Çalmaktan çırpmaktan ar ettik. Biz arlı çocuklardık.

Keyifle teneffüs yaparken çantalarımızdan güç bela verilmiş harçlıklarımızı çalan çocuklarda büyümüş.

Kahretsin!..