Dolu dolu bir yaşamdan süzülüp gelmek her insana nasip olmaz. Hele bu bir yazarsa, derinlikli yaşamı onun için büyük sermaye olur. Bu sermayenin değerini bilenler de elbette ki büyük yazar olacaktır.

Gaziantepli oluşuyla, dostum oluşuyla her zaman gurur duyduğum Avukat Hayri Bilge Balta, dolu dolu yaşayan, yaşamını değerlendirmeyi bilen yazarlarımızdan.

Ne yazık ki onun değerini doğup büyüdüğü, bu kentin yayın organları bilemez. Bilirlerse de göz ardı ederler. Neden?

Çünkü halkına, ulusuna, kentine yanlış yapanların başına indirilen balyozdur onun her yazısı. Bu da bizim küçük gazetecilerimizin küçük hesaplarını bozar.

Balta ustamız Gaziantep’te yayınlanan hemen hemen her gazetede yazmıştır. Her gazeteden de kovulmuştur. Kovulmasına neden ya bir iki abonenin:

“Bu adama yazdırmayı sürdürürseniz, benim abonemi kesin” şantajıdır. Ya da bak Hayri Balta’ya yazdırırsanız size bir daha ilan, reklam yüzü göstermem haaa…”

Bu şantajcı zavallı vasıllar bilmezler ki, kendisinin yılda verdiği baş on para, o gazetenin sadece kağıt parasıdır.

Buna karşın, gazetelerimiz gazeteciliği gazetecilik yapmak için değil, para kazanmak için yaparlar. Aboneden aldıkları para bir kılın bir örmeye yararı olur misüllüdür.

Hani resmi ilan alabilmek için belirli bir miktar abone yapmanı ya da belirli bir miktarda okunmayacak olan gazete basarak kâğıt heba etmeni de gerektirir ya…

İşte bu nedenlerden dolayı, küçük abonelerin tehditleri altında ezilir kalır yere gazetelerimiz. O nedenle de güzel yazarımıza da hemencecik yol verirler.

Sanki Sevgili Balta’ya ve onun gibi köşe yazarlarına beş kuruş telif  ücreti ödüyorlarmış gibi, bu yükümden de kurtulmuş gibi sevinirler..

Var olsun benim yazdığım medya, Balta dostumdan alıntılarıma ses çıkartmaz. Ben de bu büyük ustayı unutturmamak için, onun yazılarını arada bir sizlerle paylaşırım. İşte bunlardan biri. Acı mı, tatlı mı desem bilemiyorum. Buruk bir anı işte:

“BÜYÜK SEL

Tarihini hatırlayamıyorum. Ama hafızama kazınmış bir türlü çıkaramıyorum. 1950’lili yıllar diyelim. O tarihlerde ben 18; kardeşim Hasan ise 17 yaşındayız. Babamızın yanında dericilik yapmaktayız. Dükkanda babam yok, evde işi var.

Biz kardeşim Hasan’la birlikte kokmasın diye koyun derilerini tuzluyoruz. Böyle tuzlayıp tuzlayıp biriktiririz. Sayı tamam olunca işleme sokup sahtiyan durumuna getireceğiz. Dükkanın penceresinden sokağa bakıyorum. Dükkânımız Sukenarı Sokağında. Sokağın hemen bitişinde Alleben deresi akıp gidiyor…

Pencereden yağan doluyu izliyorum. Nohut büyüklüğünde dolular hışım gibi yağıyor. Kısa sürede dolu birikintileri küçük küçük göletler oluşturuyor, göletlerde biriktikçe de topak topak akmaya başlıyor.

Kardeşim Hasan’la birlikte deri tuzluyoruz. Olacakların ayrımında değiliz. Bir de baktım dükkânımız sel suları ile dolmaya başladı. Deriler ıslanmasın diye büyük bir telaşla göbek hizasında bulunan tezgahlara koyuyoruz… Daha biz derileri tezgahlara koymayı bitirmeden sel suları dükkanı doldurmaya, tezgahları aşmaya başladı.

Başımı kaldırıp sokağa baktım ki, Alleben deresi taşmış, sokaktan  akan seller büyük bir uğultu ile akıyor ve dükkanımız ise hızla dolmaya başlıyor… Bu uğultu çok uzun süre kulaklarımdan gitmedi… Düşlerime bile girdi…

Sel suları göbeğimizi asmış durumda. Dolu topakları içinde kalmış durumdayız. Soğuktan donacak gibiyiz ama canımızı değil derileri kurtarmak kaygısındayız… Biraz daha gecikirsek dükkanda kalıp boğulmamız ya da dolu soğuğundan donmamız işten bile değil.

Ani bir kararla kardeşime seslendim: “Hasan bırak derileri, canımızı kurtarmaya bakalım!..”

Ben önde Hasan arkamda dükkandan çıkıyoruz. Selin akıntısına kapılmamız an meselesi. Dışarı çıkıyoruz. Kardeşimle el ele tutuşuyoruz. Boşta kalan sol elimle dükkanımızın sokağa bakan pencere demirlerine tutunarak sele karşı dirençle hemen bitişikteki  Hasan Balta sokağına kendimizi güçlükle atıyoruz.

Hasan Balta sokağındaki sel sularının hızı kesilmiş durumda ama sokakta da sel suları göbek hizasında.Hemen evimize giriyoruz. Evde bulunan Babam, amcam, nenem büyük bir telaş içinde balta arıyorlar. Amaçları eve bitişik olan dükkanın arka duvarını delip bizi kurtarmak.

Bizi karşılarında görünce boynumuza sarılıyorlar. “Şükür Yaratan’a diyerek!..” sevinçlerini belirtiyorlar. Bize de canı yürekten birer “Aferin!..” veriyorlar.

Bu sel olayı az daha canımızı alıyordu. Dükkânda biraz daha oyalansaydık ya dolu topakları arasında donarak, ya da sel suları içinde boğularak ölecektik.

O Selden biz canımızı kurtarmıştık ama Allaben kendini kurtaramadı. Cezalandırırcasına betona gömdüler dereyi. Bu sel olayından sonra Allaben’in cennet görüntüsü tarihe karıştı. Şimdi o güzelim ağaçlıklar,  ördeklerin yumurtladığı sazlıklar yok oldu gitti. Artık Alleben Deresi değil Beton deresi idi. O berrak sular yerine Beton deresinden berrak Alleben suyu yerine Gaziantep’in çirkef gibi olmuş kanalizasyon suları akıp gidiyor,”Av. Hayri Balta, 9 Kasım 2012