2010 2015 yılları arası devlet başkanlığı yapmış, dünyanın en fakir devlet başkanı olarak bilinen, dünya siyaset sahnesinde çok az rastlanabilecek kişidir Jose Mujika. Bizde de siyasetin kara koyunu olarak kabul edebilecek karakterler var elbet. Nam-ı diğer Karaoğlan yani Bülent Ecevit. Bu ülkede analar Mujika'lar doğurdu, doğurmaya devam ediyor.
13 yıllık işkencelerle dolu esaretten kurtulduktan hemen sonra ilk konuşmasını 1985 yılında ateşli, genç militanlar önünde yapan Mujika'nın konuşmasından bir bölüm aynen şöyle:
"O yıllarda zindanlarda, bir kimsesiz, bir yetim gibi yaşarken ne kadara az şeyle mutlu olunabileceğini öğrendik. Bize o zulümleri yapanlara karşı dahi nefretle hareket etmiyorum. Nefret yıkıcıdır; kazandırmaz. Bu bir demogoji, birilerine hoş görünme yolu veya davadan dönme olarak yorumlanmamalıdır. Bu ilkesel bir meseledir."
Mujika'nın reel siyasette önünü açan olgunun aslında bu konuşma olduğu kabul edilir. Onu devlet başkanlığına kadar götüren de şüphesiz sözde kalmayan, ilkesel duruş olarak beliren bu siyaset anlayışıdır. Kendisi en doğal insani özelliklerden biri olan nefret ve intikam duygularından arınmış biridir. Esaret döneminde yumruğunu da dişini de sıkmamış, sadece okumuş, kendini geliştirmiş en zor koşullarda bile nasıl mutlu olunabileceğini öğrenmiştir. Çok ilginçtir; bu gelişimini öyle roman ya da siyasi kitaplarla değil, sıkı durun; tarım ve hayvancılıkla ilgili kitaplarla gerçekleştirmiştir. Çünkü sadece bu tür kitaplar okumasına izin verilmiştir.
Özellikle iç siyasette başlangıç noktamızın sevgi olması gerektiğini haykıran tüm siyasetçi arkadaşlarıma bin selam gönderiyorum. Onlar kendilerini biliyor. "Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey" şiarıyla yürüyen her bir arkadaşım birer Mujika.
Nefretin dili lal, gözü kördür. Çığdır nefret. Sığlıktır. Nefret öfke getirir. Kan getirir. Ayrıştırır. Yok eder.
Uruguay'da 13 yıl işkencelerle dolu bir esaret yaşayan adam sevgi aşılayarak iktidara yürüdü. Bizde ise 2 ay bile esaret yaşamayan siyasetçi -ki bu iki ay adeta tatil gibi yaşatılmıştır kendisine- öfke ve nefret diliyle iktidara yürümüştür. İşte esaret döneminin hemen ardından yaptığı bir konuşmadan bir kesit:
" “28 Şubat’ın o en ağır karanlık ve sisli günlerinde defalarca yumruklarımızı sıkardık, dudaklarımızı ısırırdık. "
Bu bir nefret ve intikam yüklenmesinin dile vurumudur. Ve tabi süreç içerisinde bu dil bu üslup ve bu siyaset yöntemi ülkemizde kabul gördü. Sevgisizlik, nefret ve intikam kavramları üzerine siyaset kuramı geliştiren bu anlayış siyasetin başat aktörü oldu. Mazlumlar zalim oldu. O kısır döngüyü işaret eden söze yine yenik düştü ülkem. "Zalimin en büyük başarısı en az kendisi kadar zalimler yaratmaktır." Kısır döngünün devam filminde bu sözde mazlumlar kendisinden nefret eden yüzde elli yarattılar. Yeni zalimler yani. Sonrası iyilik sağlık olur umarım ama..
Mujika gibi eli öpülesiceleri örnek almakla başlamalıyız mücadeleye. İçimize serpilen nefret tohumlarını her gün sulasalar da içimizden bir zehirli sarmaşık çıkmamalı. Her birimiz içimizdeki Mujika'yı yaşatmak zorundayız. Aksi halde nefretin ve intikamın kısır çelişkisi bizi de o sarmalın içinde yok eder.
ÖMER KILIÇ