Kör hafızdır kuyudan kova çıkartan adam..
Hafız deyince nedense aklı hep körler gelir. O nedenle de Kör Hafız tamlamasının yanlış bir kullanım olduğu sanılır. Oysa öyle değil. Hafız: ezberlemek, hafızada tutmak anlamına gelir.
Bu işi de en iyi körler yaparlar. Neden, çünkü gözün algılama gücü beyine, parmaklara vb. yüklenmiştir. Artık dilimin altındaki baklayı çıkartayım. Bugün Kör Hafızdan söz etmek istiyorum.
Eskilerin çok iyi tanıdığı, kuran hıfzdip etmediği pek de umursanmayan bu Kör Hafızı, en önceleri kuyudan kova çıkartmasıyla tanırdık. Hiç kimse onun kadar kolaylıkla çıkartamazdı kuyuya düşen kovaları.
Geçimini bu işten sağlardı Kör Hafız. Yer altı suları azalıp kuyular kurudukça; kuyuların yerini borulardan har har akan sular aldıkça Kör Hafızın kuyudan kova çıkartma işi battal oldu.
Hafızın da yaşaması, ekmek parası kazanması gerekti. O da başka işlere yöneldi. Bu işlerden biri yumurta satmaktı.
Söğüt dalı örmeli orta oy sepetini koluna takan Hafız, öbür elindeki değneğini kaldırımların kenarlarına vura vura yolunu bularak Gaziantep’in caddelerinde bağıra bağıra dolaşırdı.
“Kavurması eyi oluuur…”
“Kaynatıp yimenin dadına doyum olmaaaz…
“Bi tenesi beş guruş, iki tenesi on guruş, üç tenesi on beş guruş…”
Böylece “yüz tanesi beş liraya kadar çıkardı, tekerleme gibi saya saya…
Sepetinde 100 yumurta olmazdı belki de hiçbir zaman. Ama o 100 tanesi 5 lira demekten vaz geçmezdi.
O zamanlar tavuk çiftlikleri yoktu. Tavuğu karartma yaparak aldatıp günde iki yumurta almazdı tavukçular. Tavukçu diye bir şey yoktu zaten o zamanlar.
Genellikle köylerde, beş on tavuğu olan kırsal yöre insanları, yumurtaları yemez, biriktirir, kentte satarak çit-çember, tuz-şeker parası çıkarırdı.
Bu nedenle yumurta satıcısının “Köy yumurtası var ha!” diye bağırmasına gerek yoktu. Ama yine de Hafızın sepetinin içindeki samanlar, sattıklarının köy yumurtası olduğu izlenimini verirdi.
Oysa kör satıcı sepetine samanları, yumurtalar birbirine dokunarak kırılmasın diye koyardı.
Yumurta satmaktan usanınca çakmak taşı satmaya başladı Kör Hafız. Çakmak taşını “Var ha…” diye bağırarak satardı.
Ne sattığını çok iyi bilirdi esnaf. Ama yine de ona takılmaktan kendilerini alamazlardı.
Kör Hafız:
“Vah ha!” diye bağırdıkça, bir usta ya da bir kalfa, çalıştığı yerden bağırırdı:
“Ne var Hafız?”
Hafızdan beklenen yanıt “Ananınki var!” olmalıydı. Buna katıla katıla gülmeliydi çevredekiler.
***
Anlatırlar…
Bir gün Bakırcı esnafı sözleşir.
“Gelin bugün Hafıza hiç soru sormayalım. Kuzlacı tavuk gibi kıçını yırtsa bile hep susalım.”
Olur mu, olur…
Hafız değneğini kaldırım taşlarına vura vura Uzunçarşı’dan beri gelir. Yakılan Adliyenin önünden geçer. Bakırcılar Çarşısına girer. Olanca gücüyle bağırır:
“Var ha!..” Ses yok. “Var ha!..” Yine ses yok.
Bir iki, üç beş on… Yok yok yok.
“Sesleri karınlarına mı kaçtı bunların. Yerin dibine mi girdi deyyuslar” diye söylenerek Bakırcılar çarşısından Almacı Bazarına doğru bir boy inen Hafız, döner geri gelir. Aynı yolu izleyerek Bakırcılara çıkar.
Yine bağırır bağırır bağırır... Yine yanıt alamaz.
O zaman çatlar. En gür sesiyle bağırır:
“Avratlarınızın donunun içine mi gaçtınız döyyüsler. Neen ‘Ne var?” diye sormeeysınız?”
İşte o zaman artık kahkahalarını tutamaz Bakırcılar.
Onların kendisine oyun oynadığını anlayan Kör Hafız:
“Uan siz istediğiniz kadar “Ne var Hafız” diye sormayın. Ama aha ben cüvabımı veriym:
“Ananızın damı var ulan, ananızın damı var, Ananızındamı…
***
Nerde o eski Kör Hafızlar, nerde şakadan anlayan bakıcı esnafı, nerde o eski güzelim Gaziantepliler…