Kendi evimizdeki ilk maç olan Beşiktaş maçı için yola çıktık. Önce İpekyolu’ndaki trafik çilesi, ardından stat içindeki park problemini aşarak basın tribününe ulaştık. Hafta içinde maça yoğun ilgi olacaktır diye konuşuyorduk kendi aramızda. Lakin stat içini görünce hayal kurmuş olduğumuzun farkına vardık.
Hava sıcak, taraftar bir avuç, sahada 4 yeni transfer…
Erol Bulut’un taktisyenliği konusunda olan şüphelerim hep baki kalsa da bu maçta dersine iyi çalışmış olması beni bir nebze mahcup etti.
Beşiktaş’ı durdurmanın yolu orta sahadaki Atiba, Josef, Salih ve Gezhall arasındaki iletişimi kesmek olduğunu artık herkes biliyordu.  Gel gelelim durdurmayı başaran sayısı da bir o kadar nadirdi.
Bulut hoca recep niyazdan “İniesta” yaratmaya çalışmış ve bunu başarmıştı. Jeferson onun önünde ve yanında xhavi gibi oynuyordu, tiki-takayı da başarsak Barcelona mı bu takım diye bilirdik tabiri caizse.
Joao kumaşı iyi bir oyuncu belli, Merkel ha keza alman disiplininde oynayan bir panzer havasında ama takımın beyni Djliobodji…
Orta sahada Bjk’nın iletişimini kesen Gaziantep FK ilerde aynı başarıyı gösteremedi. Dicko, Vida ve Welinton arasında debelenirken sakatlanıp çıkınca ofans gücümüz %50 düştü.
Devreye pozisyonsuz ve golsüz girildi. Birkaç tesadüfi atakla maçın sonuna yaklaştığımızda rahatsızlanan Nsakala’nın yerine giren Rıdvan’ın koridoru üzerinden Kitsiu ile etkili olup pozisyonlarda bulduk hele 93’de Jefferson’un kaçırdığı bir gol var ki atmamak daha zordu… 
Maç başladığı gibi bitti. Ama bizim dönüş çilemiz başladı. Taraftar çok az olmasına rağmen 45 dakikada çıkabildik stattan. Ya 5 değil de 30 bin taraftar olsaydı maçta diye düşündüm.
Bence biz Maxim ve Sagal’ın dönüşü ile bu seneyi de idare eder bir pozisyonda geçireceğiz.
Alınan bir puan bizim için sevindirici bence Beşiktaşlılar da pek mutsuz değildir.
Futbol tabiri ile önümüzdeki maçlara bakacağız.
İyi haftalar