Değerli Okurlar,
Geçen hafta küçük oğlum Manuel’in LGS sürecini nasıl yönettiğimiz üzerine yazmıştım. Bu hafta büyük oğlum Mert’in üniversite seçim/yerleştirme süreci için nasıl bir yol izlediğimiz üzerine yazacağım. Umarım gerek ebeveyn olarak gerekse öğrenci olarak bu yazdıklarımdan fayda görürsünüz.
Ben üniversiteye Türkiye 197.si olarak girmiştim. Ciddi bir başarı. Bunu başarmam zor olmadı, zira tek yaptığım şey, hayalimi hedefe dönüştürüp ona ulaşmak için izlemem gereken adımları aksatmadan takip etmekti. Ettim de. Küçüklüğümden beri iş yönetimine ve paranın nereden gelip nereye gittiğine hep ilgim oldu. Ülkede makroekonomik düzeyde olan bitenleri küçüklüğümden beri değişik kaynaklardan takip ettim. Böyle böyle liseye başladığımda kendime İşletme okumakla ilgili bir hedef koydum. Ve bunu ODTÜ’de yapmak istedim. Böylece hedefimin adı ODTÜ İşletme oldu. Lisenin son iki yılında bu hedefe yönelik çalışmaya başladım. O zamanki sistemin (ki bu zamanki sistemden temelde pek farklılığı yok) ODTÜ İşletme için ne gerektirdiğini tespit ettim. Buna göre çalışma planımı hazırladım ve çalıştım. Sonuçta Türkiye çapında 197. olacağım hiç aklıma gelmedi. Daha doğrusu şu kadarıncı olacağım diye bir hedef koymadım. Hayalimi hedefe koydum. İnsan sayılardan öte, hayalini hedefe koyunca sonucun ne olacağına takılmadan sürece odaklanabiliyor. Zira mesele hayalleri gerçekleştirmek olunca süreç son derece keyifli hale geliyor. Dolayısıyla benim üniversite hazırlık sürecim, yaşamımda kendimi zirvede hissettiğim birkaç dönemden biriydi. Dikkat ettiyseniz kendi sürecimi “ihtiyaçlar” veya “korkular” üzerine değil, “istekler” ve “sevgi=sevdiğim şey” üzerine kurguladım.
Şimdi aynısını oğlum Mert’e salık veriyorum.
Mert ortaokuldan beri mühendis olacağını söyler durur. Bana da uzak görünmedi bu olasılık, zira Mert’in kafası sistemli ve süreç bazlı çalışıyor. Hiç unutmuyorum, bir gün Viyana’daki kreşteki öğretmeni Anitha aradı ve dedi ki:
“Nil, yardımına ihtiyacım var. Mert resim dersinde resim çizmek istemiyor. Örneğin bugün bir araba çizmesini istedim, çizmek istemedi. Resim ve sanat önemli, duygularını özgürce ifade edebilmelerini istiyoruz. Ancak Mert’e çizdiremedik. Ne yapacağız??”
Anitha’ya dedim ki:
“Mert analitik yaklaşımları daha çok seviyor. Yarın Mert’ten araba çizmesini iste ancak sen tarif et. Bir dikdörtgen çizmesini iste, üzerine bir kare, altına da iki daire. İşte sana araba!”
Anitha ertesi gün bunu yaptı ve Mert geometrik şekilleri kullanarak ilk resmini (araba) çizdi :)
Kanımca günümüzdeki üniversite giriş süreci konusunda büyük kafa karışıklığı var. Ülkemiz özelinde bunun sebebi kaliteli eğitim veren devlet okullarının sayısı/kapasitesi artmaz iken üniversite sınavına girip iyi bir eğitim almak isteyen öğrenci sayısının her yıl büyük hızla artması. Özel üniversitelerin burs imkanları da henüz talebe yetişecek kadar yaygınlaşmadı. Dolayısıyla iyi eğitime ulaşmak için ya sınavda ilk 1.000 kişi arasına girmeniz gerekiyor, ya da özel üniversiteye epey paralar dökmeniz gerekiyor. Bir de yurtdışında okuma meselesi var. Türkiye’deki üniversite yerleştirme sürecinde fayda görmeyenler “nasıl olsa yurtdışında okurum” diyerek konuyu “yurtdışına” havale ediyorlar. Burada, üniversiteyi hayallerini gerçekleştirme aracı olarak görenleri tenzih ederek söylüyorum, genel çoğunluktan bahsediyorum.
Üniversite süreciyle ilgili çok iyi anlaşılması gereken iki nokta var:
1. Hangi üniversiteden, kaç ortalamayla mezun olursanız olun, diploma hiçbir şekilde iyi bir işiniz ve dolgun bir kazancınız olacağını garanti etmiyor. Gazetenin arşivinden duygusal zeka ile ilgili hazırladığım yazı dizisine tekrar bakın lütfen. IQ’nun yaşamımızdaki esenliğimiz üzerindeki etkisi sadece %20 oranında. Kalan %80, başta duygusal zekamız olmak üzere başka bir çok etkene bağlı. Sosyo-ekonomik durum, ailemizin yönlendirmesi, karakterimiz gibi. Dünyadaki eğitim ve sınav sistemleri ekseriyetle IQ’yu ölçmek üzerine kurulu. Bunun meali şu; hiç üniversite okumamış biri dünyanın en zengin insanı olabilirken dünyanın en iyi üniversitesinden mezun olmuş biri yaşamda zar zor ayakta kalıyor olabiliyor.
2. Mesleğinizi sevme dereceniz, o meslekteki performansınızı direkt etkileyecek tek unsur. Mesleğinizi ne kadar severseniz o kadar iyi performe edersiniz ve karşılığında hizmet sunduğunuz toplum sizi maddi açıdan o kadar iyi ödüllendirir.
Tüm bunlar ışığında Mertoş’umum üniversite hazırlık planını nasıl yaptığımıza gelince.
Öncelikle 10. sınıfın yazında (yani bu yaz), Mert’ten mühendislik bölümlerini internetten araştırmasını ve hangi dalın kendisine sıcak geldiğini belirlemesini istedim. Mert araştırma yaptı ve Gıda Mühendisliği’nde okumak isteyeceğini paylaştı. Mert’in bu seçimine hiç mi hiç şalırmadım, zira Mert kendini bildi bileli ne yediği konusuna son derece özen gösterir. Tabağındaki yiyeceğin ne olduğu ve vücudunda yaratacağı etkiyi iyi hesaplar. Ayrıca doğadan gelen her şey ile küçüklüğünden beri son derece ilgilidir. Gıdanın, insanlığın hiç bitmeyecek temel bir ihtiyacı olduğunu ve bunu meslek olarak edinmenin akıllıca olacağını da söyleyincr bir ebeveyn olarak ne kadar mutlu olduğumu tarif edemem :) Gıda ile mühendislik biliminin bileşimini kendisine meslek edinmeye böylelikle karar verdi Mertoş. Yani üniversite hedefine hayalini koydu o da benim gibi!
Şimdi buna göre bir çalışma planı hazırlıyoruz. Her şeyin Mert için en iyi şekilde gelişeceğinden yana şüphem yok.
Süreç boyunca diğer velilerle de görüşüyorum, onların bakış açılarını anlayıp kaçırdığım bir şey var mı, anlamak adına. Duyduğum bazı yorumlar beni son derece endişelendiriyor. Örneğin:
- Biz çocuğumuzu hem dershaneye göndereceğiz hem de her dersten özel ders aldıracağız. Öğretmenleri bu kadarına gerek olmadığını söylüyor ama bizim maddi durumumuz yerinde, hepsini yapabiliriz.
- Biz çocuğumuzu yurtdışında okutacağız. Hem paramız var, hem de bu ülkede iş kalmadı. Yurtdışına gitsin, hayatı kurtulsun!
- Biz çocuğumuzu sıkıştırmayacağız, herhangi bir özel okula gitsin, diplomasını alsın. Sonra zaten bizim aile şirketinde çalışacak, kendisini sınav için sıkmasına gerek yok.
Bu gibi söylemlere diyecek o kadar çok şeyim var ki, nereden başlasam bilemedim.
Öncelikle okuldaki ve sonra yaşamdaki sınav süreçlerinin en büyük getirisi, kişiye açtığı kişisel gelişim alanı. Dünyanın neresinde olursanız olun, içinde bulunduğunuz koşullardan kaytarmaya çalışmak yerine onları yönetmeye talip olmanız ve bunların sorumluluğunu üstlenmeniz, yaşamda olgunlaşmanın ve kendi başınıza bir şeyler başarabilmenin ilk ve en önemli adımı.
İkincisi, paralı eğitime karşı olduğumu sanmayın. Çok iyi eğitim veren özel okullar var. Ancak parayı, çocuğunuz zorlanmasın diye, tabiri caiz ise ağzına emzik veriyor gibi kullanmanız, çocuğunuzun kişisel gelişimini ve özgüven gelişimini son derece sekteye uğratacaktır.
Ve yurtdışında okuma meselesine gelince. Dünyanın her yerinde bir çok güzide eğitim kurumu var. Ancak yurtdışında okumayı, “hayalleri gerçekleştirme” yolunda bir araç olarak görmek yerine ülkeden kaçmak veya buradaki üniversite sisteminden kurtulmak olarak konumlarsanız yine çocuğunuzun kişisel gelişimi açısından ciddi sorunlara yol açacağınızı garanti ederim.
Son olarak şunu da eklemeden geçemeyeceğim:
“Çocuğum da benim gibi doktor veya avukat olsun.”
Çocuğunuzun hayali ise bu harika! Ancak değilse ve siz onu yine de buna yönlendirir, hatta zorlarsanız ileride ebeveyn-çocuk olarak ilişkinize son derece zarar vereceğinizden emin olabilirsiniz.
Toparlayacak olursam, meslek, hayallerinizi ve isteklerinizi gerçekleştirmenize hizmet edecek son derece önemli bir araç. Üniversite hazırlık ve yerleştirme sürecinde ne ölçüde hayallerinizi hedefe koyarsanız o ölçüde başarılı olursunuz.
İnsanın matematiği böyle çalışıyor, emin olun.
Sevgiyle,