Değerli Okuyucular,
Belediye seçimleriyle birlikte yine ülkemizde tansiyon yükseldi. Bu yazıyı yazdığım vakit hala bazı il ve ilçelerde oy sayımı devam ediyordu. Hepimiz günlük hayatımıza devam ederken bir taraftan da pür dikkat sayım sürecini takip ediyoruz.
Size bugün “kazanan takım” kurmanın yolundan bahsetmek istiyorum. Daha sonra bunu ülkemize uyarlamak istiyorum. Bakalım içinde bulunduğumuz karmaşayı anlamlandırmakta faydalı olacak mı.
Patrick Lencioni Amerikalı bir yazar. Kazanan takımlar kurmakla ilgili teorileri var. Bu teorileri uygulayan şirketler, takımlarını “bir grup insan”dan “kazanan takım”a evirmeyi başarıyorlar. Kazanan takımları olan kurumlar da kısa süre içinde kazançlarını arttırmaya başlıyorlar. Burada “kazanç” kelimesini sadece “kar elde etmek” olarak algılamayın lütfen. “Herhangi bir insan topluluğunun” ulaşmayı arzuladığı başarı kriterlerine ulaşması olarak algılayın. Bu insan topluluğu herhangi bir formatta olabilir. Çekirdek aile, dernek, ticari müessese, politik parti, Bakanlar Kurulu, bir ülkenin vatandaşları, vb.
Patrick Lencioni modeli, başarılı takım olmanın önündeki 5 engeli aşağıdaki gibi sıralamış:
1. Güven eksikliği
2. Çatışma endişesi
3. Taahhütten kaçınma
4. Sorumluluktan kaçma
5. Takımın çıkardığı sonuçlara kayıtsız kalma
Bu modele göre, 1. sırada olan takım üyeleri arasındaki güven eksikliğini gidermeden 2. sırada olan çatışma endişesi üzerinde çalışmaya başlayamıyoruz. Üyelerdeki çatışma endişesini gidermeden üyelerin takıma taahhütte bulunmalarını sağlayamıyoruz. Üyelerin takıma taahhüt vermelerini sağlamadan sorumluluk almalarını sağlayamıyoruz. Ve son olarak üyelerin sorumluluk almalarını sağlamadan takımın sonuçlarını önemsemelerini sağlayamıyoruz. Yani bu model, 1 ile 5 arasında zincirleme çalışan bir model.
Bu modelle ilgili eğitim verdiğim bir kurumdaki katılımcı, bu modelin işleyebilmesi için öncelikle “şeffaflık” platformu üzerine inşa edilmesi gerektiğini söyledi. Yüzde yüz katılıyorum.
Bu modeli çalıştığım firmalardan birinde kendi ekibim üzerinde uyguladım. Ekiple ilk tanıştığımda, dışarıdan gördüğüm kadarıyla, birbiriyle iyi geçinen, kahvaltılarını birlikte yapıp güne başlayan, birlikte olmaktan memnun olan bir ekipti. Ancak ekibe, şirketin hedeflerinin ne olduğunu sorduğumda, bütçeyi hazırlayan üye hariç, hepsinden “bilmiyorum” cevabını aldım. Bu durum beni düşünmeye sevk etti, zira şirketin Finans departmanında çalışıp da şirketin hedefini bilmeyen bir ekip olması, ekibin şirketin hedeflerine olan alakası ile ilgili bende soru işareti yarattı. Şirkete katılmamdan birkaç ay kadar sonra ciddi bir satış kaybıyla karşılaştık ve ortalık yangın yerine döndü.
Bu noktada bir danışmanlık firması ile anlaştım ve yukarıda paylaştığım Patrick Lencioni modelini ekibime uygulamak üzere harekete geçtim. Bu köşede yerim kısıtlı olduğu için uzun uzadıya modeli nasıl uyguladığımızı anlatmayacağım. Ancak modeli uygulamadan evvelki yıl satışı yüzde 96 bütçe realizasyonuyla kapatmışken, modeli uyguladığımız yıl satışlarımızı yüzde 103 bütçe realizasyonuyla kapattık. Bu başarıda Finans ekibini “bir grup insan topluluğu”ndan “kazanan takım”a evirmiş olmamızın payı çok büyük.
Şimdi, bu modeli ülkemize yansıtacak olursak;
1. Güven eksikliği: Türkiye uzun zamandır politikacılar tarafından (burada sağ ve sol ayrımı yapmadan her partiyi katıyorum) ayrışma politikasıyla yönetiliyor. Beğenmediğin görüşe “tu kaka” deniyor. Şu anda içinde bulunduğumuz güven bunalımının en önemli sebebi.
2. Çatışma endişesi: Farklı görüşten bir fikir ile karşılaştığımızda; akıl, ilim ve sağduyu ile tartışmak yerine otokratik bir şekilde karşı tarafı susturmaya çalışıyoruz. Bu da, bir sonraki adım olan, karşımızdaki kişiden taahhüt alabilmemizi engelliyor. Bakınız: Mart 2019’daki Belediye seçimlerinin sonucunun hala açıklanamamış olması.
3. Taahhütten kaçınma: Güvensizliğin hüküm sürdüğü ve çatışmadan kaçınmak için otokratik yöntemlerin denendiği ortamlarda ülkenin vatandaşlarının ülke için hiçbir taahhütte bulunmadığını görüyorsunuz. Bakınız: Ülkemizin politikacı tabanı, ülkemize faydam olsun diyen değil de politikadan nemalanmak isteyen şahıslarla dolu. Burada ülkesi için canla başla çalışan vatandaşlarımızı tenzih ediyorum.
4. Sorumluluktan kaçma: Ülkesi adına taahhütte bulunmak istemeyen veya bulunamayan bireylerden ülkemiz için sorumluluk almalarını beklemek malesef mümkün olmuyor. 3 numarada verdiğim örnek burası için de geçerli.
5. Takımın çıkardığı sonuçlara kayıtsız kalma: Ülkemizde “böyle gelmiş, böyle gider” mantığı hakim. Bakınız: Mart 2019 Belediye seçimlerinde her ne kadar katılım yüksek seviyede olsa da etrafımda her seçimde oy veren bazı arkadaşlarım, bu seçimlerde herhangi bir majör değişiklik olmayacağını düşünerek oy vermeye gitmediler. Bu kişileri, takımın, yani ülkemizin ulaşmak istediği hedeflerden ruhen kopmuş olarak tanımlayabiliriz.
Bu fotoğraf içerisinde bir de ülkemizin “şeffaflık” platformundan ne kadar uzakta olduğunu göz önünde bulundurursak, kazanan takım veya kazanan ülke olmaktan neden bu kadar uzak olduğumuzu anlayabilirsiniz. Bu durum, ülke olarak erişmek istediğimiz o “refah” seviyesinden neden uzak olduğumuzu kanımca iyi anlatıyor.
Bu modeli alın; ailenize, çalıştığınız kuruma veya derneğe uyarlayın. İyi bir takım olup olmadığınız konusunda size güzel bir fotoğraf çekecektir.
Bir sonraki yazımda, ülke olarak iyi bir takım olamamamızın ekonomimizi nasıl etkilediğini anlatacağım.
“Tek elle alkışlanmaz.” Çin atasözü