Üç Tarzı Siyaset

Üç tarzı siyaset Yusuf Akçura’nın 1904’te Kahire’de “Türk” adlı gazete kaleme aldığı makaledir. Daha sonra kitap olarak basılmıştır. Bu makale Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi çıkmazda izlenmesi gereken siyasi yöntemleri sorgulamıştır. Bu yöntemin üç fikir akımı Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülüktür.

1789 Fransız İhtilali, 1830 ve 1848 İhtilalleri, Almanya ve İtalya’nın kurulması ile krallıkların baskıları, halkın özgürlük arayışları, yönetimde söz sahibi olma düşüncesi Osmanlı Devleti’nde de yankı uyandırmış; önce Balkanlarda daha sonra ise ülkenin doğusunda milliyetçilik yayılmış ve isyanlar başlamıştır.

 Ülkedeki bunalım, huzursuzluk ve Avrupa’nın bu huzursuzluğu fırsat bilerek Osmanlı iç işleriyle yakından ilgilenmesi ve azınlık isyanlarına destek vermesi hem Osmanlı Devleti’ni hem de aydınları dağılmayı önleme konusunda çözüm arayışlarına itmiştir.

Ülkenin parçalanmasını önlemek için gayrimüslim halkı memnun etmek ve Avrupalı Devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışarak azınlıkları kışkırtmalarına engel olmak gerekmektedir. Azınlıkları Osmanlı aydın sınıfını memnun edebilmek amacıyla kanun üstünlüğünü benimseme, halka haklar verme, parlamenter yönetime geçme, laik yönetim ve laik eğitim anlayışını benimseme, kul sisteminden tebaa anlayışına geçme gibi siyasi anlayışlar faaliyete geçirilmiştir.

Bunalımın Balkanlarda başlaması nedeniyle önce Osmanlıcılık politikası izlendi. Bu düşünceye göre Osmanlı ülkesinde yaşayan herkes Osmanlıdır. Osmanlı vatandaşlığı din ya da ırkın üzerindedir. Devlet bu düşünceyle ülkede yaşayan tüm milletleri kucaklamaktadır. 1839 Tanzimat 1856 Islahat Fermanları bu düşüncenin ürünüdür. Tanzimat Fermanı ile Kanun üstün hale gelmiş ve ülkedeki herkes eşit sayılmıştır. 1876 Meşrutiyetin ilanı ile de meclis açılmış ve Osmanlı anayasası yürürlüğe girmiştir. Mecliste azınlıklarında yer almasının isyanları önleyeceği düşünülmüştür.

Balkanlı milletlerin yapılan ıslahatlarla Osmanlıdan ayrılması önlenememiş, eldeki Orta Doğu, Arap Yarımadası gibi toprakların elden çıkmaması için İslamcılık politikası benimsenmiştir. II. Abdülhamit’in de benimsediği bu politikaya göre Osmanlı halifenin önderliğinde bir İslam devleti olmalıdır. Böylece Araplar ve Türkler bir arada tutulacak, İslam’ın birleştirici gücü ile Arapların Osmanlı’dan ayrılması engellenecekti. Ancak bu fikir de Arapların milliyetçilikten etkilenmesi ve İngiltere’nin desteğiyle Arap devleti kurma planları ile önemini yitirmiştir.

Farklı ulusların Osmanlı’dan ayrılmaları Osmanlı’nın ayakta kalabilmek için ülkede önlemeye çalıştığı milliyetçilik fikrini bu kez kendisinin etkin bir şekilde kullanmasına, Osmanlı’yı çok uluslu devlet çizgisinde Türk ulusal devleti çizgisine taşımasına yol açtı. Türk Devleti olarak ayakta kalabilmeyi ve yıkılmayı önlemeyi amaçladılar. 1908 II. Meşrutiyet ve sonraki dönemde, özellikle de Türk Kurtuluş Savaşı sürecinde Türkçülük politikası izlendi. 

Türkçülük siyaseti ile Osmanlı’nın yıkılmasını önlemenin yanında Kurtuluş Savaşı’nda ülkede birliği beraberliği sağlamak, yapılacak savaşlarda milletin gönüllü katılımını sağlamak amaçlandı. Ne mutlu Türküm diyene, Bir Türk dünyaya bedeldir, Türk öğün çalış güven, muhtaç olduğun güç damarlarındaki asil kanda mevcuttur ifadeleri tükenen, hasta adam Osmanlının ölmesini engellemeye, küllerinden doğmasını sağlama amacına hizmet etmiştir.