Sil Baştan Tadında Aşk…

 Aşk denilince ilk çağrışım yapan hisler; heyecan, tutku, serotonin… Peki beynimiz serotonini salgılamaya başladığında neler oluyor? Dünya ve hayat daha yaşanılır bir alanmış gibi gelmeye başlıyor; o çok severek gitmediğiniz işiniz dünyanın en iyi işiymiş gibi, o sevmediğin insanlar dünya tatlısıymış gibi ve sevmediğin halde yapmak zorunda olduğun ne kadar şey varsa hepsi gözüne daha farklı gelmeye başlar. Rutinlerinden kopardığı için kendini daha da kaptırır, bulutların üzerinde dolaşmaya ve iki gönül bir olunca her zorluğun üstesinden gelinir denmeye başlanır.

Yavaş yavaş heyecan ve tutkunun yerini ; monotonluğa ve alışkanlığa bırakmaya başlıyor. Eğer aşka aşık bir insansanız ;  gördüğünüz vakitte kalbinizin ritmini değiştiren , el ve ayaklarınızı birbirine dolandıran , geceler boyunca düşünmekten uyuyamadığınız kişi artık sizin için sıradan ve olmasa da olur boyutuna dönüşüyor.

Fakat yaşanmışlıklar ve alışkanlıklar kolay kolay insanın peşini bırakmaz ve beyin bitir derken, kalp buna bir türlü ikna olamaz. Kalp ve beyin çatışmasından sonra bazen beyin kalbi alt ederek bu toksik ilişkiyi bitirir.

   Peki alışkanlıkların getirmiş olduğu duygu yoğunluğu ne olacak? O, yoğun duygulara ne olacak?

  Soğuk ve acı olan gerçeklerle yüzleşme vaktin geldiğini anlarsın. Kalbin bundan birkaç gün öncesine kadar heyecandan atarken; şimdi acılar içinde sıkışırmışçasına daralmaya başladığını hissedersin. Bu hissin geçmeyeceğini ve tam aksine daha da artacağını düşünüp, paniklemeye başlarsın.

   “Ya bu acı geçmezse, yaşanılanları ya unutamazsam?“ düşünceleri aklından geçmeye başlar. Sen acılarını yaşarken, partnerinin hayatına hiç bir şey olmamış gibi kaldığı yerden bir başkasıyla devam edişini gördüğünde canın yanar ve aklından "Nasıl ya? O kadar şey yaşadık hepsi yalan mıydı? Yeni biriyle nasıl devam edebiliyor?” düşüncelerini geçirmeye başlarsın. Günlerce belki de o kadar zaman geçirdiğiniz kişiye hiçbir şey yaşanmamışçasına beddualar ederken bile; kendinizi bulabilirsiniz. Belki de hayatınıza girmemiş olmasını yada hafızanızı sildirme şansınızın olup bu olanları hatırlamamayı dileyip acınıza bir son verme düşüncesi aklınızda belirebilir.

  Bu nokta da size Jim Carrey ve Kate Winslet'den bahsetmek istiyorum. Çünkü ikisinin de gerçek hayatlarından aşk acılarını paylaştıkları diyalog üzerine 2004 yılında bir film çekilmiş. Bu ikiliyi duyanlar belki hangi filmden bahsettiğimi anlamıştır.

  İzlememiş olanlar ve izleyip de unutanlar için öncelikle filmin isminin nereden geldiğini ve sonra da filmin konusundan bahsetmek istiyorum.

  Filmin adı, didaktik şiirleriyle ünlü olan şair Alexander Pope'un yazdığı “Eloisa to Abelard” isimli aslı çok daha uzun olan şiirinin bir bölümünden alınmıştır.

How happy is the blameless Vestal’s lot!

The world forgetting, by the world forgot,

Eternal sunshine of the spotless mind!

Each pray'r accepted and each wish resign’d.

  Filmin isminin nereden geldiğini öğrendiğimize göre; konusuna gelelim.

  Clementine ile Joel bir kumsalda tanışırlar. Birbirlerinden çok farklıdırlar. Joel içine kapanık ve mantıklı, Clementine ise dışa dönük ve içgüdüleriyle hareket eden biridir. Birbirlerini sevdikten sonra zamanla sorunlar başlar. Filmde Clementine ‘nin sürekli saç renginin değiştirme nedeni ise; ilişkideki süreyi ve duyguyu gösterir.

 Umarım bir gün filmlere ilham olacak bir aşk öykümüz olur. Aşkla kalın…