Sen gülmeyi unutalı kaç yıl oldu ey halkım?

Eren Bilge Av. Hayri Balta’nın yolladığı iletiyi okurken gözlerim nemlendi. 29 yıl önce yazmış Ustam bu yazıyı.

Benim kadersiz halkımın demek ki 29 yıl öncesinde unuttuğu şeydi gülmek. 29 yıl önce gülebiliyor muydu peki?

Ne gezer…  Her gelen, kazıkları ona bir santim daha fazla sokmaya çalıştıkça nasıl gülebilsin gariplerim?  Yazıyı paylaşalım da bakalım, sizlerin gözleri de dayanabilecek mi bu kadarına?

“DOLMUŞTAKİLER

 … ilk rastladığı dolmuşa bindi. Şoförün bitişiğindeki hem sandık, hem de oturak olarak kullanılan tahta kutunun üzerine oturdu.

Arkası şoföre ve yola, yüzü ise yolculara dönüktü.

Dolmuş parasını dolmuşun motoru üstünde oturup şoförle sakalaşan yardımcıya verdi.

O da direksiyonun he¬men yanında bulunan kutunun gözlerinden birine attı.

Sonra da şoförle şakalaşmaya başladı…

Bindiği dolmuş, Şentepe-Ulus arasında çalışan dolmuşlardan biriydi.

Dolmuşta kendisinden başka 13 yolcu daha vardı.

Bunların dördü arka sıraya sıkışmıştı.

Diğer dokuzu da ikişer ikişer oturulması gereken yere üçer üçer tıkışmıştı.

Dolmuş, basık tavanlı küçük dolmuşlardan olduğu için diğer yolcularla burun buruna idi.

Bu dol¬muş da, gecekondu bölgelerinden gelen otobüsler gibi yoksul kokuyordu.

Bu kokuyu yoksul mahallelerden gelen otobüs ve dolmuşa ne zaman binse duyardı.

Ter ve toprak karışımı ekşi bir insan kokusu dolmuş, otobüs tıka basa dolunca dayanılmaz bir hal alırdı.

Gecekondu insanları deodorant sürünmedikleri, esans nedir bilmedikleri, sık sık yıkanmadıkları için böyle yoksul kokardı.

Bu arada dolmuştaki Polis Radyosu’nda Zühtü türküsü söyleniyordu.

Zühtü Türküsü, "Yel esince gelir yarin kokusu da Zühtü!..” diyordu.

Düşündü, samanlığı aklından geçirdi.

"Samanlıktan samanı kaldıramayan Zühtü’nün yari de mi böyle  kokardı acaba ?" dedi.

Bu arada şoför yardımcısının bastığı müstehcen küfre; dolmuştaki yolcuların hiçbiri tepki göstermedi.

Şoför yardımcısının iki kere yinelediği sinkaflı küfür yolculara çok doğal gelmişti..

Oysa dolmuş yolcularının üçte biri de genç kız ve kadındı.

Yanlarında da kimi¬nin kocası, kiminin kardeşi vardı.

Bunun üzerine tek tek yolcuları izlemeye başladı.

Hepsindeki suskunluk dikkatini çekti.

Pahalılık hepsinin üzerinden sam yeli gibi geçmişti.

Yoksulluk bunların iliklerine kemiklerine işlemişti.

Zam vurgunu yedikleri için de böyle duygusuz, ilgisiz kalmışlardı dolmuşta yapılan müstehcen küfre..

Hepsi de geçim zorluğunun pençesinde bunalmıştı.

Hepsi de hayat pahalılığının cenderesi altında ezilip gitmişti.

Hepsinin de yüzünden düşen bin parçaydı.

He¬men hemen hepsi duyarlılığını yitirmişti. Gülmeyi, gülümsemeyi unutmuştu.

Bütün iktidar¬lar bunlardan oy alıyor, ne var ki bunlara aldıkları oyun karşılığını vermiyordu.

Bunlar umut oltasına takılarak yaşam sürdürdükleri için şoför yardımcısının küfürlerinden rahatsız olmuyorlardı…

Bilirkişimiz, bu düşünceler içinde dolmuştaki kadınlı-kızlı, küçüklü büyüklü yolcuları tek tek incelemeye başladı.

Sonra gece kondu yapılarını düşündü.

Elbette yapı kurallarına aykırı, deme-çatma kulübelerde yaşayan insanların böyle kokması doğaldı.

Oysa ne güzel konutlar yapılırdı bunların oturduğu gecekondularının yerine…

Düşünüp duruyordu kendi kendine…

”Nerde bunları düşünecek iktidar nerde!..”

Yoksulluk kokusu dayanılmaz hal alınca cebinden esans şişesini çıkardı.

Alnına, ensesine, kulak arkasına sürdü.

Kokuyu hisseden şoför ile yardımcısı birbirine bakıştı.

İkisi de anlamlı anlamlı başını salladı.

Dolmuş durunca; bilirkişimiz, son durağa geldiklerini anladı.

Dolmuştan inerken şoföre baktı: “Pencereleri, kapıları açıp dolmuşu havalandırsan iyi olur!” dedi.

Şoför kendisine döndü. .

“Haklısın beyefendi, dedi, 

Sürdüğünüz keskin koku yüzünden, burnumuzun direği düştü!..”.

Ankara, Barış Gazetesi.. 27.6.1984”