Samimiyet iyi olmak değil, hesapsız, çıkarsız, düşünmeden iyiliğe, iyi olmaya koşmaktır. Hatta kişinin, olması gerektiğini düşündüğü şeyi iyi olma kaygısı taşımadan yapmasıdır.
“Samimiyet öyle bir dildir ki; kör de görür, sağır da duyar.” diye ifade etmiş Cemil Meriç.
Samimiyet tarife ihtiyaç duymaz, ayan beyan ortadadır. Kanıtları vardır ancak kanıtlanmaya, açıklanmaya ihtiyaç duyulmayandır samimiyet.
“Ben senin için bunları yaptım” tadında cümlelerle açıklanmaya başlandığında, samimiyet varsa da bu cümle dile geldikten sonra artık sözde samimi bir ilişki başlamıştır. Sözde olan iyi değildir, kıymetsizdir, bize iyi gelen -kötü de hissedecek olsak- hakikattir. Samimiyetsizlik, gerçekten uzaklaşmaktır ve kötüdür. Gerçek olamayacak kadar güzel anlarda “Sahiden mi?” diye sorar, düşünür, hissederiz ve sahiden gerçek değilse genellikle kötü hissederiz.
İşte bu samimiyetsiz olanla, tatsız olanla karşılaştığımız andır. Özetle kanıt yoksa samimiyet yoktur ya da tam tersi de doğrudur; samimiyet yoksa kanıt da (ilişki-emek) yoktur.