Her yılın belli dönemlerinde, özellikle de Sevgililer Günü yaklaşırken, televizyonlarda, billboardlarda ve diğer reklam platformlarında pırlanta reklamlarının artışı gözlemleniyor. Bu reklamlar, sanki herkesin sevdiklerine pırlanta hediye ettiği normal bir durum gibi sunuluyor. Ancak, gerçek hayatla bu reklamlar arasında ciddi bir uçurum var.
Pardon ama ülkemizin gerçekliği, bu iddialı pırlanta reklamlarının çok uzağında. Ülkemizin büyük bir çoğunluğu, açlık sınırının hemen kenarında yaşam mücadelesi veriyor. İnsanlar geçim sıkıntısı içinde boğuşurken, pırlanta alacak insan sayısı neredeyse yok denecek kadar az.
Özellikle de orta gelirli aileler için, Sevgililer Günü yaklaştığında belki de sevdiklerine bir kilo et alsalar yeridir. Bu insanlar, sevgilerini göstermenin yolu olarak pırlanta değil, sevdiklerine bir nebze olsun rahat bir nefes aldırmak istiyorlar. Belki bir akşam yemeği, belki birlikte güzel vakit geçirmek için bir aktivite planı, ya da sadece birbirlerine olan sevgilerini samimi bir şekilde ifade etmek istiyorlar.
Peki, o zaman pırlanta reklamlarının bu kadar ön planda olmasının gerçek bir anlamı var mı? Evet, ekonomi döngüsü için belirli bir ticari öneme sahip olabilirler, ancak gerçek hayatta sevgiyi, saygıyı ve anlayışı temsil etmiyorlar. Asıl değerli olan, sevdiklerimize zaman ayırmak, onlarla anlamlı anlar paylaşmak ve birbirimize destek olmaktır.
Sevgililer Günü gibi özel günlerde, gerçek sevgiyi ve değeri göstermenin yolu, pahalı hediyelerden ziyade kalpten gelen samimi jestlerden geçer. Belki de en değerli hediye, birbirimize duyduğumuz sevgi ve anlayıştır. Bu sevgiyle dolu günlerde, kalbimizdeki ışığı paylaşmak ve birlikte güzel anılar biriktirmek için pırlanta değil, sevgi dolu bir kalp yeterlidir.